Bazen bir bakışta karar veririz. Daha sesini bile duymadan, birinin nasıl biri olduğunu düşündüğümüz anlar vardır. Saçına, giyimine, yürüyüşüne, konuşma tarzına bakarız. Hemen bir etiket yapıştırırız; soğuk, itici, samimiyetsiz, ukala…
Tanımadan, sormadan, hatta dinlemeden…
Önyargı budur işte…
Sessizce içimize sızan, yargısız infazın ta kendisi olan bir düşünce şekli…
Gerçekleri dinlemeden verilen kararlar. Sanki içimizde bir yargıç vardır, sürekli insanları yargılar durur. Oysa herkesin bir hikâyesi var. Herkesin taşıdığı yük farklı, yarası farklı, mücadelesi farklı…
Ama biz sadece gördüğümüz kadarını bilir, gördüğümüz kadarıyla yargılarız. Daha doğrusu bildiğimizi zannederiz. Aslında işin doğrusu gerçek hep görünenden fazlasıdır…
Önyargı; kalbin üzerine çekilmiş kalın bir perde gibi…
Ne gerçeği görmene izin verir ne de güzelliği…
Kim bilir kaç dostluğun doğmasına izin vermedik, sadece ilk izlenime aldanarak? Kaç kez pişman olduk, ‘Ben bu kişiyi böyle bilmezdim’ derken?
İşte bu yüzden, tanımadan yargılamak yerine, tanımaya niyet etmeli insan… Bazen sadece bir gülümseme, bir selam bile önyargının buzlarını eritir. Çünkü herkes biraz anlaşılmak ister. Ama önce iç sesimizi susturmayı öğrenmeliyiz. O hızlı konuşan ve hep yargılayan sesi…
Önyargı; sadece karşımızdakine değil, kendimize de kötülüktür aslında…
Çünkü bizi insanlara karşı kapatır. Yeni dostluklara, yeni düşüncelere, hatta kendimizi tanımaya bile engel olur. Bir insan için, ‘bu bana göre değil’ dediğimizde, aslında belki de ruhumuza iyi gelecek birini dışlıyoruzdur. Düşününce ne çok şey kaçırıyoruz farkında olmadan…
Tanımadan yargılamak en kolayı…
Asıl zor olan, anlamaya çalışmak. Anlamaya başlayan insanın yüreği büyür. Daha çok sever, daha az kırar ve daha derin yaşar…
Önyargısız bir dünya belki hayal, ama önyargılarını fark eden bir insan gerçek. Ve her farkındalık, bir iyiliğin kapısını aralar…
Bugün birini yargılamadan önce, içimizdeki sesi susturalım. Belki yanılıyoruzdur. Belki de o kişi hayatımıza iyi gelecek biri olabilir, kim bilir?..
Yorum yapın