15 Temmuz 2016’da yaşanan o hain kalkışma, o kalleş, kanlı darbe girişimi öncesinde ve o gün bu sütunlarda neler yazıp anlattığımı geçen hafta içinde Balıkesir BİRLİK gazetesindeki sütunlarımda sizlere tekrardan ‘GÖRDÜĞÜM LÜZUM ÜZERİNE’ sunmuştum. Ardından bu yazılarımı tekrardan okuyanlar bana bir şekilde ulaşarak şu soruyu sordular; “Peki, 15 Temmuz sonrasında ne yazdın, neler anlattın? İşin orasına niçin hiç girmiyorsun?”

Ben de bunun üzerine 15 Temmuz 2016’dan sonra ‘DOBRA DOBRA’ sütunlarımda neler yazdım, neler anlattım?

Bugün ve izleyen günlerde o yazılarımdan birkaçına yer vereceğim. Bugün 18 Temmuz günü yani ‘O HAİN KALKIŞMANIN’ yaşanmasının üç gün sonrasında o zaman yazılarımın yayımlandığı ‘DEMOKRAT’ gazetesinde neler yazıp anlattığımı ‘yine gördüğüm lüzum üzerine’ ve de ‘çok merak edenler için(!)’ tekrardan sunmak, anlatmak istiyorum.

Evet, başlıyorum anlatmaya: “Geçen akşamı, daha doğrusu gece geç saatlerde henüz gün devrilmeden saat 12’den önceydi. Galiba saat 23.00’den biraz önceydi. Cep telefonum çaldı, bilmediğim, tanımadığım bir numara arıyordu. Genelde açmam ama bu kez merak ettim açtım. Genç bir kız “dayı nasılsın iyi misin, seni çok merak ettik. Savaş çıktı galiba, patlama sesleri duyuluyor. Siz Ankara’dasınız o yüzden çok merak ettik. Annem de ara, dedi, ben de hemen sizi aradım.” Dedi, peşin sıra, ürkek ve tedirgin bir ses tonuyla.

Bir anda afallamıştım. “Siz kimi aradınız?” diye sorabildim sadece…

“Dayımı aradım, yani seni aradım dayıcığım. Sen Üzeyir dayım değil misin?” dedi, kendinden emin biçimde o genç kız. Ona “Hayır, ben sizin aradığınız kişi değilim.” yanıtını verdim. “Çok özür dilerim. Yanlış oldu galiba. Sesiniz o kadar dayıma benziyor ki. Pardon o zaman.” Dedi ve telefonu hemen kapattı. Birkaç saniyelik şaşkınlık ve afallama sonrası hemen televizyon açtım ve haber kanallarını karıştırmaya başladım. Darbe olmuştu, daha doğrusu darbe girişimi olmuştu. Çeşitli TV kanallarında yapılan yorumlara göre bu bir ‘İSYANDI’ yani kalkışmaydı, PDY ve daha doğrusu FETÖ yanlısı ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ komuta kademesi içindeki bir oluşumun yani ‘HAİN BİR CUNTANIN’ kalkışmasıydı…

Gözümün önünden film şeridi gibi 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yapıldığını günün sabahı geçti. O zaman henüz 15 yaşındaydım. Sabah erken kalkan babam, annem, babaannem, halam yani şu an da hiçbir hayatta olmayan bizim evin ahalisi tek kanallı ve siyah beyaz televizyonumuzu açmışlardı. Hasan Mutlucan’dan kahramanlık türküleri ve askeri marşlar dinliyorduk. Sonra o dönemin TRT spikeri Mesut Mertcan, Milli Güvenlik Konseyi’nin bir numaralı bildirisini okudu ve TSK’nın ülke yönetimine el koyduğunu açıkladı. Birkaç saat sonra da sanırım öğleye doğru dönemin Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve emir komuta zinciri içinde darbeyle yönetime el koyan cuntanın başı, kendini Devlet Başkanı ilan eden Orgeneral Kenan Evren, diğer kuvvet komutanlarıyla birlikte ekrana çıkmış, darbenin sözde gerekçelerini(!) halka anlatıyorlardı. Aradan 36 yıl geçmişti, koşullar değişmiş, o zaman 38 milyon olan ülke nüfusu şimdi 78 milyona ulaşmıştı. Türkiye 36 yıl öncesinin Türkiye’si değildi. Bu kez olan; ‘MAALESEF’ diye vurgulayarak ifade ediyorum, ‘bir kısım darbeci askeri cunta unsurunun Türkiye’yi gerçekleştirdikleri kalkışmayla bir iç savaşın eşiğine getirme girişimiydi!’

‘Yok artık, zaten terör nedeniyle bitmeyen bir iç savaş halen süregeliyor’ da diyebilirsiniz ama geçtiğimiz cuma akşamı ve gecesi başlayan sabah karşı tümüyle ‘BERTARAF’ edildiğini belirtilen ‘KALKIŞMA’ yani darbe girişimi… 

Hem ‘DİN’ hem ‘ETNİK KÖKEN’ hem ‘DEMOKRASİ’ hem de ‘LAİK CUMHURİYET’ ekseninde yıllardır süren, darbelerle doruğa ulaşan, 32 yılda 44 bin canın yok olmasıyla yayılan, bir yenisi ‘paralel’ denilen her şey ile ortaya konan ve adına ‘İÇ SAVAŞ’ denilebilecek ölçüde bir bela zaten başımızda mevcuttu.

Darbeler, darbe girişimleri, darbe tasavvurları bunların uzantılarıydı. Bu son gerçekleşen kalkışmada öyle bir şeydi, sizin anlayacağınız!..

Yine de lafı uzatmadan hemen söyleyeyim; ‘Darbe, darbedir. Darbeci de darbecidir. Bunun lamı cimi yoktur! İktidar ne kadar anti-demokratik olursa olsun, darbe anti-demokratikliğin, demokrasi karşıtlığının da bana göre daniskasıdır!

İster 12 Eylül’de olduğu gibi ‘EMİR KOMUTA’ zincirinde olsun, öyle yapılsın. İster zincirlerinden boşalmış olsun!’

O nedenle bu vesileyle bir kez daha belirtiyorum ki; 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan’da da kendimce hep aynı tavrı alan ve ayrıca 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan’ da mevcut olan iktidarlara asla ‘EVET’ dememiş, sempati içinde ‘SICAK’ ve ‘YUMUŞAK’ hatta ‘HOŞGÖRÜ’ ile bile bakmamış biri olarak darbelere, darbe girişimlerine tüm kalbimle, tüm aklımla ve benliğimle, bu vesileyle bir kez daha ‘HAYIR’ diyor, hatta lanetliyorum…

Bir daha söyleyeyim isterseniz;Her türlü yani askeri veya sivil unsurlarla yapılmış olsun her türlü darbeye, her türlü hukuksuzluğa, her türlü dayatmaya, her türlü baskıya, her türlü kuşatmaya, her türlü otoriterliğe HAYIR!’ Diyorum.

Bugüne kadar gerçekleşen darbelerde yani 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinde Meclis kapatılmıştı ama bu kez darbeciler Meclis’i bombaladılar. Çok yazık, çok ayıp! Üzüldüm hem de çok…

Öyle de böyle de her türlü darbeye ‘BİR KEZ DAHA HAYIR!’

Yazarın notu: İşte okudunuz 15 Temmuz 2016’da yaşanan o hain kalkışmanın, o kalleş ve kanlı FETÖCÜ darbe girişiminin hemen ardından 18 Temmuz’da bu sütunlarda sekiz yıl bunları yazmış ve anlatmıştım…