Geçenlerde tarihçi/yazar Sinan Meydan, Cumhuriyet gazetesindeki sütununda Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1930’lu yıllardan itibaren ortaokullarda temel ders kitabı olarak okutulmaya başlanan ‘VATANDAŞLAR İÇİN MEDENİ BİLGİLER’ kitabında devleti, hükümeti, hürriyeti ve demokrasiyi ayrıntılı biçimde anlattığını anımsatarak Türk ulusunun saltanat yani mutlakıyet yönetiminden demokrasiye geçiş öyküsünü anlatmış...
Sinan Meydan’ın Atatürk’ün önemli bir bölümünü kendisi tarafı kaleme alınan ‘Yurttaşlar için Medeni Bilgiler’ kitabından derlediği bilgiler ışığında bugün sizlere bu önemli günde Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşlarının, yaklaşık 600 yıllık teokratik, 10 yılık meşruti monarşi idaresinden, sadece dört yılda egemenliğin kayıtsız şartsız millete verildiği bir cumhuriyeti nasıl ortaya çıkardığını ve bu cumhuriyeti adım adım nasıl ‘LAİK BİR DEVLET YAPISI’ haline getirdiğini anlatmaya çalışacağım.
Ulu Önder Gazi Mustafa Atatürk’ün 57 yıllık bence çok kısa olan yaşamının 15 yılında (1923 ile 1938 arası) gerçekleştirdiği devrimlerle kurumsallaştırmaya çalıştığı bu laik cumhuriyet, 27 yıl süren tek partili dönemin ardından çok partili demokratik bir düzene dönüştürülmüş, darbelerle yaşanan kısa süreli kesintilere rağmen demokratik ve laik bir cumhuriyet düzeni şeklinde 102. Yıla erişmeyi başarabilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e göre; halk gerektiğinde hükümeti eleştirebilmeli, hükümetler de parlamento yoluyla halka hesap vermeliydi. Atatürk; 105 yıl önce, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’de kurulmasının ardından genel kurulda yaptığı konuşmasında bu konuya ilişkin şunları söylemişti; “Herhalde milletin, hükümetin gözcüsü olması gerekir. Çünkü hükümetlerin yaptığı işler olumsuz olup da millet itiraz etmez ve o hükümeti düşürmezse bütün kusur ve suçlara katılmış demektir.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, aynı konuşmasında hükümetin varlık sebebini ise şöyle açıklamıştı: “Hükümetin mevcudiyetinin sebebi, memleketin emniyetini, milletin huzur ve refahını temin etmektir. Bütün memlekette hakiki manada bir emniyet; hakimiyet ile mümkün olmalıdır. Millet; büyük bir huzur içinde, içi rahat bulunmalıdır. Bir hükümet iyi midir, fena mıdır? Hangi hükümetin iyi ve fena olduğunu anlamak için ‘Hükümetten maksat nedir?’ Bunu iyi düşünmek lazım gelir. Hükümetin iki hedefi olmalıdır: Biri milletin ilelebet korunması, ikincisi milletin refahını temin etmektir. Bu iki hususu temin eden hükümet iyidir, temin edemeyen fenadır!
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1930 yılında “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında, milletvekillerinden oluşan Meclis’i ve sınırlı zaman için seçilmiş hükümeti ve cumhurbaşkanı ile milli egemenliğin korunmasının en iyi dayanağının cumhuriyet olduğunu vurgulayarak belirtmiştir; “Cumhuriyette bu yüce Meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet, halkın hürriyetini, güvenini ve rahatını düşünmek ve bunları sağlamaya çalışmaktan başka bir şey yapmazlar. Çünkü bunlar bilirler ki kendilerini iktidar ve yetki makamına, belirli bir zaman için getiren milli irade hakimiyetinin yegane sahibi olan millettir ve yine bunlar bilirler ki, iktidar makamına saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir. Millete karşı tutum ve görevlerini kötüye kullandıkları takdirde şu veya bu şekilde, milli iradenin kendi haklarında gerçekleşmesiyle karşı karşıya kalabilirler. Millet tarafından millet adına devleti yönetmeye yetkili kılınanlar için gerektiğinde millete hesap vermek mecburiyeti laubalilik ve keyfi hareketlerle katiyen yapılamaz!”
Atatürk’ün, 1930’larda ortaokullarda okutulan söz konusu bu ders kitabında, ‘hükümet ve millet egemenliği’ arasındaki ilişkiyi açıklama biçimi elbette çok dikkat çekici ve de gayet çarpıcı bir anlam taşımaktadır. Atatürk’ün, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında uzun uzun açıkladığı, önemini vurguladığı kavramların başında ‘HÜRRİYET’ yani ‘ÖZGÜRLÜK’ ve de ‘DEMOKRASİ’ gelmektedir. Atatürk, hürriyeti bugünkü yaygın deyimiyle ‘ÖZGÜRLÜK’ kavramını o ders kitabında şöyle açıklamaktadır: “HÜRRİYET; insanın düşündüğünü ve temenni ettiğini, başka birinin hiçbir tesir ve karışması olmadan kati şekilde yapabilmesidir. Bu tarif; hürriyet kelimesinin en geniş manada ifade edilmesidir. İnsanlar bu manada ifade edilen hürriyete hiçbir vakit sahip olmamışlardır ve olamazlar!”
ATATÜRK; “Bir milletin kültürü inkişaf ettikçe (gelişme gösterdikçe) şahsi hürriyetlerin tatbikat sahaları genişler ve çoğalır. Çeşitli şekilde birbirinden ayrı ve istiklali mevcut hürriyetler meydana çıkar” diyerek özgürlüğü “şahsi hürriyet” ve “halkın hürriyeti” olarak ikiye ayırmaktadır. Atatürk özgürlükleri tanımlarken ikinci grupta ise özellikle ‘BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ’ üzerinde durmakta ve bugün için de bilhassa bizler ‘kulaklarımıza küpe olması gereken’ şu cümleyi kurmaktadır; ‘Vatandaşlar için Medeni Bilgiler’ kitabında: “Matbuat (basın) hürriyetinden meydana gelebilecek zararları ortadan kaldırma vasıtası yine matbuatın kendi iradesiyle telakki eden hürriyetidir!..”
Büyük önder Atatürk aynı kitapta ayrıca; ‘FİKİR ve KANAAT’ ile ‘VİCDAN ve İNANÇ HÜRRİYETİNİ’ de ayrıntılı olarak şu sözleriyle ifade etmiştir; “Türkiye’de hiç kimse fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye teşebbüs edemez ve böyle bir şeyi yapmaya katiyen müsaade verilmez. Şüphesiz, fikirlerin ve inançların başka olmasında şikâyet etmemek lazım gelir. Çünkü bütün fikirler ve inançlar bir noktada birleştiği takdirde bu bir hareketsizlik emaresi taşımaktadır. Öyle bir vaziyet elbette hiçbir vakit arzu edilmez!”
ATATÜRK; mutlak yönetimlerde yani monarşi idarelerinde bireylerin özgürlüklerinin tümüyle hükümdarın (idare edenin) elinde olduğunu ve yüzyıllar boyunca bireylerin ‘KİŞİSEL ÖZGÜRLÜKLERİ’ için mücadele ettiğini şu söz sözlerle o kitapta anlatmaktadır; “Her türlü hakkın esası hürriyettir. Çünkü hakiki manada, hür ve mesuliyetli şekilde yaratılmış fani, insandır. Ancak diğer taraftan insanların içtimai ve siyasi teşkil oluşlar halinde bulunması da tabiatıyla lüzumludur. Bu teşkil oluşlar ise kısmen mecburi olan yazılı ve kayıtlı kanun hükümlerine göre inkişaf eder.” Buradan devamla o kitapta ATATÜRK; kişisel özgürlüğün ve hak ve adaleti sağlamanın devletin temel görevi olduğunu da özellikle belirtmekte ve ‘ÖZGÜRLÜK’ ile ‘DEMOKRASİ’ arasında şu sözlerle bir bağ kurmaktadır; “Demokrasi; yurttaşların hayatlarını idame ettirmesi ve her türlü şahsi ve içtimai (sosyal) vazifelerini yapması hürriyet ve imkânlarını gayet hazır hale getirir!”
Yorum yapın