TÜRKİYE’NİN YÖNÜ NE TARAFTADIR?
Yaklaşık iki yüz elli yıldır yüzünü Batı’ya dönmüş, çağdaş Batı’nın bilimsel, teknolojik ve sosyoekonomik gelişme düzeyini yakalamaya ve dünyanın gelişmiş ülkeleri arasına girmeye çalışan bir Türkiye vardır aslında..
Öteden beri böyle söylenegelir. Batı’nın gelişme düzeyini yakalama konusunda dinamizmini kaybeden Osmanlı, parçalanarak, yıkılarak, yok olarak, tarihteki yerini almış, dinamik bir devlet-toplum yapısını ortaya çıkaran genç Türkiye Cumhuriyeti ise kuruluş yıllarından itibaren çok yüksek kalkınma hızına ulaşmıştır. Genç Cumhuriyetin önüne koyduğu hedef, siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan ‘muasır medeniyetler seviyesini’ yani ‘ÇAĞDAŞ UYGARLIK düzeyini’ yakalamaktır. Dış politikada macera değil, istikrar arayan, yüzünü Batı’ya dönmek bir genç cumhuriyetin tercihidir. Cumhuriyet Türkiye’si 1960’lı yılların ortalarında gelişmişlik düzeyi itibarıyla Yunanistan ile İtalya arasında bir yerdeydi. Sonraki yıllarda ise gelişmişlik endeksleri itibarıyla sürekli olarak gerileme yaşamıştır. Bugün için ise Avrupa’nın gelişmişlik düzeyi ile Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi arasındaki fark çok açılmıştır. Bugüne gelindiğinde Türk dış politikası ile ilgili birçok sorun ortaya çıkmış durumdadır. Bunlardan en önemlisi yön sorunudur. Türkiye’nin yönü Batı’ya mı dönük olacaktır, Avrasya’ya mı? Avrasya’da zengin kaynaklar ve dinamik bir üretim ekonomisine eşlik eden otoriter yönetimler varken Batı’da yavaşlayan bir üretim ekonomisine eşlik eden parlamenter demokrasiler vardır. İki yüz yıllık çalkantılı mücadele sonunda Türk demokrasisi belli bir yolu kat etmiş olsa da hedeflerine ulaştığı söylenemez. Bu süreçte zaman zaman darbelerle kesintiye uğrayan demokratik işleyişe yeniden dönülmüş, darbelerle yara alan Batı ile ilişkiler, demokratik işleyişe dönüldüğünde normalleşme sürecine girmiştir. İç dinamikleri itibarıyla güçlü ve kalıcı bir demokrasi oluşturamayan Türkiye’ye, AB’nin dışarıdan verdiği destek, sivil toplumun ve demokratik kurumların güçlenmesi açısından önemli olmuştur. İlk on yılında AB’ye uyum sürecini devam ettiren AKP iktidarı sonraları demokratikleşme süreçlerini tersine çeviren uygulamalara geçmiştir. Özellikle 2015’den sonraki süreçte restleşme ve otokrasiyle otoriter sisteme giden yolun açılması ise AKP ile AB arasındaki siyasi ilişkileri bozmuş ve AB tarafından ilişkilerin askıya alınması kararı alınmıştır. AB ülkelerinde demokrasinin güçlü bir şekilde kurumsallaşmasının temel nedeni emek ile sermaye arasında yapılan bir tarihsel anlaşmadır. Bu anlaşma olmadan ne demokratik kurumlar yerleşebilir ne de coğrafyaya istikrar egemen olabilirdi. Bu tarihsel anlaşmaya zemin hazırlayan ise Avrupa sosyal demokrasisi olmuştur. Bunu Türkiye’de siyaset yapan herkesin bilmesi ve gerekli dersi çıkarması gereklidir. AB ile ilişkiler yeniden kurulurken içeride de yapılması gereken siyasal görevler parlamenter demokrasinin ve kurumlarının yeniden tesis edilmesi olacaktır. Her ülke var olan gücüne göre dış politikasını belirler. Dış politikada ölçeklendirme sorunu yaşayan ülkeleri bekleyen şey hüsran ile sonuçlanır. Korkarım ki Türkiye’de bu kaderi yaşama sürecinin son aşamasına gelmiştir!..
Yorum yapın