Mesleği gerçekten gazeteci olan benim gibi birisine yapılacak en ahlaksız teklif, vicdanına karşı sadakatsiz davranmasını istemek, doğru bildiklerine ihanet etmesini beklemektir. Yani bildiği gerçeği başkalaştırmasını, gördüğünden farklı bir şeymiş gibi göstermesini talep etmektir. O da kalemini satması anlamına gelir. Yakın geçmişe kadar kerameti kendinden menkul(!) her devrin adamı geçinen, aslında her biri safra olmaktan öteye gidememiş, kimi zat-ı muhterem zavallılardı onlar…

Kendilerini kudretli egemenlerden zannedip benim gibilerin gerçeğe gözlerini kapamasını, kulaklarını tıkamasını, onların ‘resmi görüş’ diye söylediklerini ‘fetva’ kabul etmemizi zihin fukarası fikirlerini ‘kutsal kelam’ kabul etmemiz için dayattıkça dayatıyor, zorladıkça zorluyorlardı. Şimdilerde hiçbirinin esamesi dahi okunmamaktadır!.

Onlar kim miydi?.

Kim olacak? FETÖ'ye dönüşmeden önceki Fetullahçılar yani cemaatçiler ve de onların yalaka ve yardakçısı olan kraldan çok kralcı geçinenler gibi cemaatten çok cemaatçi geçinen dolayısıyla kendilerini alemin kralı zanneden bugünün zavallıları yani…

İşte onların kudretli egemenlerdenmiş gibi davrandıkları devirde yani yakın geçmişte bıçak kemiğe dayanmadan önceki süreçte yani bir ara şöyle düşünüyordum; 'Görmezden, duymazdan gelmek hiç değilse pasif aldatmaya girer. Uyuyanları uyandırmaz ama uyanık bilinçleri aldatmacayla, kandırmacayla uyutmaktan bir derece daha masumdur!..'

Derken böyle düşünmenin ve davranmanın da aslında düpedüz bir gaflet olduğunun bilincine vararak belki de kendimi kandırmaktan hemen vazgeçtim. Çünkü gerçeğin başkalaştırılmasına aktif katkı sağlamanın, meslek ahlakına, fikir namusuna taammüden ihanet olacağı kanısına vardım. Bir anlamda gazeteciye yönelik ahlaksız teklifin mutlaka bir pazarlık masasında, karşınıza oturan birileri tarafından harfi harfine söylenmesi hatta yazıya dökülmesiyle yapılması gerekmez aslında..

Peki, 'neden bugün bu başlık ve içerikte bir yazıyı kaleme alma gereği duydun?' derseniz ki, zaten demiş olacağınızı düşünmekteyim. Hemen kısaca izah edeyim. Efendim, 'vicdana sadakatsizliği reddetmek hıyanet sayılıyorsa, baskı altında olan veya baskı altında olduğunu düşünen eli kalem tutan, parmaklarını klavyeye basmasını bilen her fikir ve söz sahibi yani her gazeteci bu devirde zaten zorunlu olarak her türlü ahlaksız tekliflere muhataptır!..'

Hele ki, günümüz ortamında, en ufak bir eleştiri dahi en kibar ifade biçimiyle itici olarak karşılanıyor ise demokratça özgür bir tartışma ortamını savunmak hainleştirilme gerekçesi sayılıyorsa yanlış olan şeylere itiraz etmek ihanet, çok sesliliği savunmaya fitnelik deniyorsa o zaman zaten size yukarıda belirttiğim gibi o türden bir ahlaksız teklif gelmesini beklememelisiniz…

Çünkü o teklif gelmiştir yani artık kabule zorlandığınız tek seçenek, bu türden ahlaksız bir tekliftir…

Dolayısıyla mecbur tutulduğunuz bu dayatmayı reddetmek, artık mimlenmekle, damgalanmakla başlayan otomatik bedeller üretmeye başlayıp sizi de önce yıpratma sonra da tüketme sürecine sokmuş demektir. Siz artık onlar ve bunlar için şucu’sunuz, bucu’sunuzdur…

Ya o aklın veya bu aklın uşağı haline getirilmek üzeresiniz veya getirilmiş durumdasınızdır, maalesef!..

Sonuç olarak artık siz, onların ve de bunları gözünde; 'çatlak ya da aykırı ses çıkaran veya çıkarma potansiyeline sahip, muhakkak düşmanla bir şer ittifakına girmiş, belki de bir dış bağlantısı veya şeytani bir planı olan birisiniz!..'

Öyle bir devir yaşıyoruz ki 'düşünce özgürlüğü' denilen kavram veya olgu siz nasıl ifade derseniz edin, işte o düşünce özgürlüğüne böylesi biçimde asla el konulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez doğal bir haktır derken, düşünce ve kanaatleri özgürce ifade etmek meşru bireysel eylem olmaktan çıkarılmış adeta örgütlü suç işlemek sayılmaktadır artık!..

Yani sizin anlayacağınız, 'kendi fikrinize sahip olmanızı kağıt üstünde yasaklamayan ama doğal ve bireysel olmasını fiilen olanaksız hale bu durumun ta kendisidir, o ahlaksız teklifin sahibi...