TOPLUMUN KANAYAN YARASI; KADINA ŞİDDET!

Önceki yazımda genel olarak ele aldığım ‘ŞİDDET’ konusu çok derin ve çeşitliliği
olan toplumda kök salmış, bir türlü önüne geçilemeyen, aksine daha da artan
büyük bir sorundur. Bu oldukça derinleşen sorunun maalesef yıllardır
gündemimizden hiç düşmeyen en büyük sıkıntılarından biri de kadına karşı
şiddettir!..
Şiddetin hiçbir şekli, türü elbette ki kabul edilemez. Ama ne yazık ki ülke olarak
bu konuda birçok ülkeden öndeyiz, hatta ilk sıralarda yer alıyoruz. Gün
geçmiyor ki bir kadın cinayeti, şiddet dolu bir taciz, tecavüz vakası, dayak,
yaralama haberi duymayalım. Kadına şiddeti en çok erkekler gösteriyor.
Kadınları kendilerinin bir malı, kölesi gibi görüp, her türlü zulmü ve kötülüğü
gösterme hakkını kendinde buluyor. Tabi kadın direnmedikçe!..
Kadınlar şiddet gördükleri erkeklerle birlikte yaşamaya mecbur bırakıldıkları
zaman, bu gördükleri şiddetin sıradanlaştırılması, normalleştirilmesi değil
midir?..
Şiddet mağduru kadın ya şiddete karşı direnecek ya da bu durumu normalmiş
gibi kabul edecek. Elbette şiddete direnmenin de bir bedeli var ve bu nedenle
çoğu kadın bu ağır bedeli ödemektense sessiz kalmayı, gördükleri şiddete
katlanmayı tercih etmek zorunda kalıyor. Dahası gördüğü şiddete direnç
göstermeyip uyum sağlamış gibi görünüp katlanıyor ve yaşamını bir şekilde
sürdürmeye devam ediyor. Bu durumdaki kadın aslında kendini feda ederek
ağır bir bedel ödediğinin belki de farkına bile varamıyor. Bu konuda ne kadar
önlem alınsa dahi yetersiz kalındığı apaçık ortadadır. Maalesef verilen cezaların
caydırıcı olmadığı her defasında görülmektedir. Hep söylendiği gibi eğitim
ailede başlar. Çocuğa önce cinsiyet ayırmaksızın, insana saygıyı öğretmek
olmalıdır anne, babanın temel görevi…
İnsana saygıyı öğrenerek büyüyen çocuk, zaten kadına saygı duymayı da
öğrenir ve gösterir, aynı zamanda yaşlıya da çocuklara da aynı saygıyı
göstermeyi bilir…
Aslında kadına şiddet göstermek, uygulamak erkeğin acizliğini, güçsüzlüğünü,
zayıflığını gösterirken aynı zamanda ne kadar karaktersiz, kişilik bozukluğu
içinde olduğunu da ortaya koymaktadır. Kadına şiddete tepkisizlik, kabullenmiş,
katlanmış olmak, öyle görünmek, o görülen şiddetin daha da artmasına yol
açar. Kadına şiddetin hiçbir şekilde mazereti, gerekçesi, bahanesi olamaz.
Yuvayı kuran ve onu ayakta tutan dişi kuştur, derler. Bir evi çekip çeviren bunun
için büyük fedakarlıklarda bulunan kadına her türlü şiddete, hiçbir bahane,

sebep, mazeret, gerekçe kabul edilemez. Kadına saygısız ve kız çocuğunu
horlayan bir çağdışı zihniyet, asla milletimize sosyal bir hayat düzeni olamaz,
olmalıdır!..
Türk milleti; “Cennet anaların ayakları altındadır!” Diyen ve kızı Hz. Fatima’yı
görünce ayağa kalkan peygamberimiz Hz. Muhammed’in ahlakına yani evrensel
ahlaka mutlaka kavuşacaktır, umudunda ve inancındayım. Aynı zamanda
“Dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir!” Diyerek kadının
toplumda layık olduğu yeri tüm dünyaya hatırlatan ulu önder Atatürk’ün
bilincine de sıkı sıkıya sarılmalıyız…
Kadın demek, emek demek, fedakarlık demek, sevgi demek, güç demek. İnsan
olan, insanlıktan nasibini alan, vicdan, merhamet, ahlak sahibi olan hiçbir erkek
de kadına el kaldırmaz, kaldıramaz! Fiziksel, psikolojik, ekonomik ve kültürel
hiçbir şiddet uygulamaz, uygulayamaz!..
Kadına ikinci sınıf insan muamelesi gösteren, kadınla erkek eşit değildir, diyen
kadına saygıyı acizlik gibi gören, kadının yeri evidir, deyip kadını çalışma
hayatından soyutlayan bağnaz kafa yapısıyla kadına şiddet ve kadın cinayetleri
asla önlenemez. Kadın cinayetlerinin kadına tecavüzlerin, kadını hakir görme
zavallılığının baş sorumlusu işte tam da bu kafa yapısıdır!..