Sanki varmıydı!; yanıtını verdiğinizi duyar gibiyim..
Bu sütunlarda yayımlanan siyaset içerikli yazılarımı okuyan saygıdeğer okurlarımdan bazıları bir
şekilde bana ulaşarak kaleme aldığım ‘siyasete dair’ yazılarımda karamsarlık ve de keskin çizgilerle
kararlılık havasını fazlasıyla hissettiklerini, dahası aşırı bir gerginlik, hatta kızgınlık içinde olduğum
öngörüsünde bulunmuşlar. Öncelikle şunu belirteyim; Yazdıklarımın içeriğinde ‘nasıl bir hava
bulunduğundan’ öte ya da yazılarımı ‘nasıl bir ruh haliyle’ kaleme aldığımın tahlilini yapmaktan öte
‘ne yazdığım, neyi anlatmak istediğime’ bakılmasının daha doğru ve yararlı olduğunu düşünüyorum.
O nedenle daha önceki yazılarım gibi bugün de yazdıklarımın da ‘dikkatlice ve de sadece göz
gezdirme ya da bir kez okuma şeklinde değil’ gerekirse birkaç kez okunarak değerlendirilmesi
beklentisi ve arzusu içindeyim. Örneğin; Bugün yazacaklarım, salt iktidarda muktedir olanların veya
olmaya çalışanlara ilişkin değil, onların karşısında duran karşıtlara yani muhaliflere de dairdir. Ama
mutlak bilinmesini isterim ki, ben ne bu tarafta ne de öteki tarafta durmaya pek meraklı biri değilim.
O nedenle her iki tarafa da hem iğne hem de çuvaldız batırmaya kendimi yetkin görüyorum. İçinde
bulunduğumuz koşullarda, siyasal yaşamın ağırlığı, olumsuzlukları, yaşamın tüm alanlarını derinden
etkiliyor. Geçen yıl gerçekleştirilen yerel seçimlere değin sol, sosyal demokrat ve çağdaş, ilerici
geçinen çevrelerde, kısaca tüm muhalif görünen kesim de inkar edilemez biçimde bir karamsarlık ve
moral bozukluğu hali varmış gibi görünüyordu. Üstelik bu olumsuz gibi görünen durum, her geçen
gün kendini daha çok hissettiriyor havası da egemendi. Oysa bu olumsuz ruh halinden hızla sıyrılmak,
yeni umutlara, yeni mücadelelere yılmadan ve bıkmadan yelken açmak gerekiyordu. Siyasal
mücadelelerin ve özellikle de muhalif çevrelerin içerisinde yer alanlar, yaşanan süreçleri aklı başında
irdeleyip değerlendirdikçe, çoğunlukla ortak bir noktada buluşuyorlar. O nokta da siyaset yapma
tarzının değiştirilmesinde odaklanıyor. Yaşamın hemen her alanında olduğu gibi siyaset alanında da,
zamanın o durdurulamaz akışı ve yaşamın diyalektiği, yeni ihtiyaçları ortaya çıkarıyor. Elbette yeni yol
ve yöntemleri de beraberinde getiriyor. İşte tüm bu gelişmeleri gözlemleyip, çözümleyerek ve
sentezleyerek, toplumsal mücadele alanlarında yeni hedefler belirlemek ve yeni yol haritaları
oluşturmak gerekiyor. Bu bağlamda, yeni siyaset yapma tarzının en önemli dayanağının ‘siyasal
yaratıcılık ve üretkenlik’ olduğunu düşünüyorum. Gerek siyasal partilerde gerekse farklı düşünsel
veya eylemsel çevrelerde buluşup, ‘hayata dair iddialar’ ortaya koymak ve bu iddiaları hayata
geçirmek isteyenler, çoğunlukla ‘dar alanda kısa paslaşmalar’ içinde kalıyorlar. Bence bu kısır döngü,
giderek düşünsel ve eylemsel üretimi kısırlaştırıyor, verimi düşürüyor. Hatta bir süre sonra,
enerjilerini birbirlerine karşı iç mücadeleler içinde tüketmeye başlıyorlar. Oysa hayat o kadar geniş ve
mücadele gerektiren biçimde ve de o denli çok boyutlu ki, anlatamam! Yeter ki biz yaşamın tüm
renklerini görmek ve mücadelenin tüm boyutlarını kavramak isteyelim. Böyle bakıldığında elbette
yapılacak iş de çok, verilecek uğraş da çok, öyle değil mi? En güzeli de yaşamı bir ucundan yakalamak,
bence ‘hayata müdahil olmaktır!.’
Çünkü uğraşıları, emekleri birleştirip eylemsel kılarak, hayatı değiştirmek ve dönüştürmek mümkün
görünmektedir. Ancak genel olarak bakıldığında ilerici çağdaş geçinen sol çevreler ve sosyal
demokratlar, uzun süredir çoğunlukla kimlik siyasetinin, kültürel çelişkilerin ve de çatışmaların dar
alanlarına hapsoldular, gibi geliyor bana. Onlar kanımca yaşama sınıfsal, sosyal ve toplumsal
mücadelenin perspektifinden bakmayı unuttular, en azından bu gerçekliği ihmal ettiler, ya da
ediyorlar. Yirmi birinci yüzyılın dünyasında ve 2021 yılı Türkiye’sinde, toplumsal mücadelenin temel
karakteri ekonomiktir, sınıfsaldır, sosyaldir. Elbette hedef kitleler değişmiştir, farklılaşmıştır. Ancak
yine de kentlerin çeperlerinde yani kentleri çevreleyen kuşakta yaşayan yoksullardan, işsizlerden,
fabrikalarda, benzer işyerlerinde doğrudan üretimin içinde olanlara, kentlerin merkezlerinde çok katlı
yapılarda, alışveriş merkezlerinde görev yapan mavi veya beyaz yakalılardan kırsal kesime, tarımsal
alanlara uzanan çok farklı toplumsal mücadele alanları vardır. Elbette ilerici çağdaş geçinen bireylerin
oluşturduğu solun, sosyal demokratların olmazsa olmazları üniversiteleri, gençleri ve aydınları da bu
alanlara eklemek olmalıdır..

Aslına bakarsanız, solun sosyal demokrasinin toplumsal mücadele alanları çok geniştir ve çeşitlidir.
Ancak ne kadar solcu veya sosyal demokrat bu gerçeğin farkındadır, acaba! Toplumsal mücadelelerin
yoğun uğraşısı içinde siyaset yapma tarzını değiştirmek ve yenilemek gerekiyor. Ama unutulmaması
ve her zaman anımsanması gereken solun temel değerleridir, hasletleridir. Bu değerler içinde
düşünsel ve siyasal üretim, yol arkadaşlığı, dayanışmak, paylaşmak her zaman ve her koşulda
vazgeçilmez değerlerdir. Ben böyle olduğuna inanıyorum..