PAHALILIK VAR AMA HER YER NEDEN DOLU?

Konu belki de çok basit bir konu ama ben yine de baştan alayım. Belki anımsayacaksınız dokuz günlük uzun bayram tatilinin henüz başında bir gazeteci- yazar müsveddesinin İstanbul’da konforlu, lüks ve pahalı bir kebapçıya gittiğinde önceden rezervasyon yaptırmadığı için yer bulamamasıyla başladı. O zat-ı muhterem “yahu eğer gerçekten kriz varsa bu kebapçı nasıl ve neden böyle hınca hınç dolu o zaman” demesi, yazmasıyla bir anda (çok lazımmış gibi!) gündeme oturdu. Gayet yüzeysel biçimde, sığ yani düz mantık ürünü kafayla türetilmiş krizle pahalı lokanta doluluğu arasında birebir ilişki kurma tembelliği, sıradanlığı ve yanlışlığı veya kasıtlı bir ön yargı ile konuşulmaya tartışılmaya başlandı. Bu arada konunun arka planında ileri sürülen gayet sisli duran bir imayı, ‘acaba ülkede ekonomik kriz olduğu konusunda bizler yanılıyor muyduk?’ algısını iktidar yardakçıları bir anda adeta havada kapı verdiler...

İktidarın başından bakanlarına milletvekillerine kadar topyekün adamları(!) bu türden bir algının üzerine öyle bir atladılar ki, milleti aptal kendilerini üstün ve yüksek zekalı sanarak, krizi resmen muhalefetin uydurduğu noktasına kadar bir anda taşıyıverdiler. AKP’liler ve onların tüm yandaş bileşenleri çaresizlikten ne yaptığını ne söyleyeceğini bilemiyor halde iken, bir anda belki de farkında olmadan bu gerçek dışı argüman sayesinde kendilerini oldukça gülünç duruma düşürmenin zirvesine erişiverdiler. Bu noktada artık daha fazla dayanamayarak konuya ilişkin bir şeyler yazma isteği içindeyken yani o sırada konuya çok basit bir hesap yapan saygıdeğer dostumun geçenlerde e-posta yoluyla benimle paylaştığı mektubuyla konuya son noktayı koymak istedim. O saygıdeğer okurum bayramın hemen ertesi bana gönderdiği ileti de konuya ilişkin görüşlerini şöyle ifade etmiş; “Sevgili dostum, kardeşim Zikri bey, ‘lokantalar, kebapçılar, kafeler, gazinolar, neden hınca hınç dolu’ sorunuza sosyolojik açıdan getirilen yaklaşımları hemen herkes kendi çağında ifade etmeye kendince bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Konu aslında zor ve aynı zamanda karmaşık bir yapı içeren bir konudur. Ben işin sayısal tarafından bakıldığında aslında nelerin nasıl göründüğünü 21 yıldır kesintisiz, daha öncesini de sayarsak toplamda yaklaşık 32 yıldır yaşadığım İstanbul’dan örneklerle anlatmak istiyorum. İstanbul’da sözü edilen lokantalar, kebapçılar, cafeler ve benzeri işyerlerinin toplam sayısı kaçtır? Bu sayıyı ortalama üç bin diye esas alsak ve buralara her gece en azından yüz, bilemedin yüz elli kişinin gittiğini kabaca hesaplarsak, bu kişilerin de haftada en az bir kez dışarda yemek yediğini varsaydığımızda ulaşacağımız sayı: iki milyon yüz bin veya iki milyon iki yüz bin olmaktadır. Bu rakam İstanbul’un toplam nüfusunun ancak yüzde 4. 9’una tekabül eder. Yani İstanbul nüfusunun yüzde 5’i bile değildir. İstanbul gibi büyük bir kentte farklı gelir kesimlerinin yaşıyor olması gayet doğaldır ve de mümkündür. Öte yandan bu yaptığım hesapla İstanbul’da nüfusun yüzde 95’i yine bu işin dışında kalmaktadır. Benim yaptığım hesapta ufak tefek yanılma payları olabilir, ama siz benim yaptığım hesapta vurgulamaya çalıştığım bariz bir gerçeği asla unutmayınız; Kriz ister olsun ister olmasın, o lokantalar, kebapçılar zaten hep doludur ve de hep dolu olacaktır. Ayrıca, kriz zenginleri mi vurmuştur, elbette hayır. Zenginler paradan para kazandıkları gibi daha zengin olmuşlardır. Diyelim ki kazanamadılar ve onların da milyonlarca lirasından azalmalar oldu. Bu lüks lokantalara gitmelerine engel midir? Elbette hayır! 18 hatta 19 milyon nüfuslu mega bir kent İstanbul’da yaşıyoruz. Üstelik müthiş bir gelir eşitsizliği var bu koca kentte. Her dönemde olduğu gibi bu döneminde büyük enflasyon zenginleri vardır, yenileri de türemiştir. Tüm bunların ötesinde ülkemizde diyelim ki, en büyük 1000 şirketin sahipleri, aileleri, yüksek ücret alan üst düzey yöneticileri vardır ve bunların yüzde 85- 90’lık kesimi aileleri ile birlikte İstanbul’da yaşamaktadır. Bunların her birini en az 10’ar kişi saysak yüksek harcama lüksüne sahip toplam 10-15 bin kişi eder. Yani demek istediğim tekil/grup/zümre/sınıf olarak say say bitiremeyeceğimiz lüks lokanta müdavimleri İstanbul’da epeyce mevcuttur. “

Bu noktada değerli ekonomist Mahfi Eğilmez’in soruna daha reel ekonomik ve genel bir bakış açısıyla bakılmasını sağlayan şu görüşlerine de burada yeri gelmiş iken yer vermek isterim; “Çeşitli etkiler altında piyasada ortaya çıkan arz, talep ve harcama canlılığı, ekonominin canlı kalmasına ve nüfusun gelir açısından iyi durumdaki kesiminin bu durumu kriz olarak görmemesine yol açıyor. İşin daha ilginç olanı nüfusun gelir açısından kötü durumdaki kesiminde bulunan insanların bir bölümü, kendi durumlarına bakmak yerine iyi durumdaki kesimin yaşamına bakarak ortada bir kriz olmadığı kanısına varmaktadır.”

O saygıdeğer dostumun okurumun bana mektup uzunluğunda gönderdiği iletiyi iyice okuyup anladıktan sonra şu soruyu belki de tersinden sormamız gerekebilir: “Bu durum karşısında lüks lokantalar dolu olmasın da ne olsun. Dahası, bu sayı 1500-2000 değil 2500-3000 olsa bu durumda ve bu hesapla yine dolu olur. Olmaz mı? Oralara gitmeyenler varsa, büyük olasılıkla bir gören olur diye utanıp sıkılmasındandır, kanısındayım. Demek oluyor ki, yüzeysel sığ kalan cahilce bir gözlemin peşine asla takılmamak gerekiyor. Dönüp arka tarafta neler oluyor, diye merak etmeliyiz. Bilmem yanılıyor muyum?..