Balıkesir BİRLİK gazetesinde de bu sütunlarda yayımlanan bilhassa siyaset içerikli yazılarımı okuyan saygıdeğer okurlarımdan bazıları telefonla veya sosyal medya üzerinden bana ulaşarak kaleme aldığım ‘siyasete dair’ yazılarımda karamsarlık ve de keskin çizgilerle kararlılık havasını fazlasıyla hissettiklerini, dahası aşırı bir gerginlik, hatta kızgınlık içinde olduğum öngörüsünde bulunmuşlar. Öncelikle şunu belirteyim; Yazdıklarımın içeriğinde ‘nasıl bir hava bulunduğundan’ ötesinde veya yazılarımı ‘nasıl bir ruh haliyle’ kaleme aldığımın tahlilini yapmaktan dolayı ‘ne yazdığım, neyi anlatmak istediğime’ bakılmasının daha doğru ve yararlı olduğunu düşünüyorum. O nedenle daha önceki yazılarım gibi bugün de yazdıklarımın da ‘dikkatlice ve de sadece göz gezdirme ya da bir kez okuma şeklinde değil’ gerekirse birkaç kez okunarak değerlendirilmesi beklentisi ve arzusu içindeyim. Örneğin; Bugün yazacaklarım, salt iktidarda muktedir olanların veya olmaya çalışanlara ilişkin değil, onların karşısında duran karşıtlara yani muhaliflere de ilişkindir. Gerçi bu son seçimde yani 31 Mart yerel seçim sonuçlarına bakıldığında genelde olmasa da yerel de iktidar değiştiğinden iktidarın muhalefet, muhalefetinde iktidar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak yine de bilinmesini isterim ki; 'Ben ne bu tarafta ne de öteki tarafta durmaya pek meraklı biri değilim. O nedenle her iki tarafa da hem iğne hem de çuvaldız batırma cüretini ve dolayısıyla hakkını kendimde görebiliyorum.' İçinde bulunduğumuz koşullarda, siyasal yaşamın ağırlığı, olumsuzlukları, yaşamın tüm alanlarını derinden etkiliyor. 2018 Genel seçimleri, sonrasında 2019 yerel seçimleri ve ardından geçen yıl Mayıs ayında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri sonrasında geçen Pazar yapılan 31 Mart yerel seçimleri sürecinde bugüne kadar gözlemlediğim siyasetin solunda, sosyal demokrat ve çağdaş, ilerici geçinen çevrelerde, kısaca tüm muhalif kesimde Mayıs 2023 seçimleri ardından görünen ve gözlenen inkar edilemez biçimde tüm iyimser eylem ve söylemlere hatta çabalara rağmen bir karamsarlık ve moral bozukluğu hali varmış gibiydi. Ya da bana bana öyle geliyordu. Üstelik 31 Mart Yerel Seçimleri öncesinde 14 Mayıs Genel Seçimleri öncesine göre yani 11 ay öncesine göre; bu olumsuz gibi görünen durum, her geçen gün kendini daha çok hissettiriyor havası da egemen durumdaydı o zaman…

 

Oysa o zaman da yazdım şimdi de yazıyorum; bu olumsuz ruh halinden hızla sıyrılmak, yeni umutlara, yeni mücadelelere yılmadan ve bıkmadan yelken açmak gerekiyordu. Siyasal mücadelelerin ve özellikle de muhalif çevrelerin içerisinde yer alanlar, yaşanan süreçleri aklı başında irdeleyip değerlendirdikçe, çoğunlukla ortak bir noktada buluştuklarına inanıyordum. Elbette gerekli özeleştirileri yaparak bir noktada siyaset yapma tarzının değiştirilmesinde odaklanılması gerekiyordu. Çünkü yaşamın hemen her alanında olduğu gibi siyaset alanında da zamanın o durdurulamaz akışı ve yaşamın diyalektiği, yeni ihtiyaçları ortaya çıkardığı gerçeği karşımızda dimdik durmaktaydı. Elbette yeni yol ve yöntemler çözümleri de beraberinde getirmektedir doğal olarak.

İşte tüm bu gelişmeleri o zamanlar bence doğru gözlemleyip, çözümleyerek ve sentezleyerek, toplumsal mücadele alanlarında yeni hedefler belirlemek ve yeni yol haritaları oluşturmak gerekmekteydi. Bu bağlamda, yeni siyaset yapma tarzının en önemli dayanağının ‘siyasal yaratıcılık ve üretkenlik’ olduğunu düşünüyorum o zamanlar. Şimdi de pek farklı düşünmüyorum bu gibi konularda…

Aksi durumlarda ben öyle inanıyorum ki gerek siyasal partilerde gerekse farklı düşünsel veya eylemsel çevrelerde buluşup, ‘hayata dair iddialar’ ortaya koymak ve bu iddiaları hayata geçirmek isteyenler, çoğunlukla ‘dar alanda kısa paslaşmalar’ içinde kalıyorlar. Bence bu kısır döngü, giderek düşünsel ve eylemsel üretimi kısırlaştırıyor, verimliliği de düşürmektedir. Hatta bir süre sonra, enerjilerini birbirlerine karşı iç mücadeleler içinde tüketmeye başlamaktadır, belki de farkında olmadan. Oysa hayat o kadar geniş ve mücadele gerektiren biçimde ve de o denli çok boyutlu ki, anlatamam!..

Yeter ki biz yaşamın tüm renklerini görmek ve mücadelenin tüm boyutlarını kavramak isteyelim. Böyle bakıldığında elbette yapılacak iş de çok, verilecek uğraş da çok, öyle değil mi?

En güzeli de yaşamı bir ucundan yakalamak, bence ‘hayata olabildiğince, gücün yettiğince müdahil olmaktır, olabilmektir!..’

Yirmi birinci yüzyılın dünyasında ve 2024’ün Türkiye’sinde, toplumsal mücadelenin temel karakteri öncelikli olarak 'ekonomiktir, sınıfsaldır, sosyaldir…'

Elbette düne göre hedef kitleler değişmiştir, farklılaşmıştır. Ancak yine de kentlerin çeperlerinde yani kentleri çevreleyen kuşakta yaşayan yoksullardan, işsizlerden, fabrikalarda, benzer işyerlerinde doğrudan üretimin içinde olanlara, kentlerin merkezlerinde çok katlı yapılarda, alışveriş merkezlerinde görev yapan mavi veya beyaz yakalılardan kırsal kesime, tarımsal alanlara uzanan çok farklı toplumsal mücadele alanları vardır. Elbette ilerici çağdaş geçinen bireylerin oluşturduğu solun, sosyal demokratların olmazsa olmazları üniversiteleri, gençleri ve aydınları da bu alanlara eklemekten geçmektedir. Aslına bakarsanız, solun sosyal demokrasinin toplumsal mücadele alanları çok daha geniştir ve çeşitlidir. Ancak ne kadar solcu veya sosyal demokrat bu gerçeğin farkındadır?

Toplumsal mücadelelerin yoğun uğraşısı içinde siyaset yapma tarzını değiştirmek ve yenilemek gerektiğini başta CHP olmak üzere hepimiz hatırlamak zorundayız, diye umuyor ve diliyorum, inanın bana içtenlikle söylüyorum…

Ancak unutulmaması ve her zaman anımsanması gereken solun ‘değişmez’ temel değerleridir, hasletleridir. Bu değerler içinde düşünsel ve siyasal üretim, yol arkadaşlığı, dayanışmak, paylaşmak her zaman ve her koşulda vazgeçilmez değerlerdir. Bu düsturu en başta CHP’den belediye başkanı, belediye meclis üyesi seçilen tüm isimlere anımsatmakta bugün bu vesileyle tekrardan yeri gelmiş iken herhalde benim görevimdir, diye düşünüyorum!..