Geçenlerde Soner Yalçın’ın “Bu bir ‘hangi medya’ yazısıdır” başlığıyla kaleme aldığı yazısını keyifle okudum ve bana bugünkü yazıma gerçekten esin kaynağı oldu. Şimdi üstat Soner Yalçın o yazısından kısa alıntılar yaparak bizim mesleğe dair bir şeyler anlatmak, daha doğrusu içimi dökmek istiyorum. Üstat Soner Yalçın, Aralık 2015’de yazdığı bir yazısında medyanın toplu ağlama seanslarını gelenek haline getirdiğini belirterek “Medya ağlamayı ve kendine acımayı pek seviyor. Toplu ayinler yapıyor; ‘arkadaşlarımızı hapsettiler’ Diyor ve devamında “Başka? Başka yok! Medya, ezberlenmiş kavramlarla konuşup, ezberlenmiş ve artık bıkkınlık veren yürüyüşlerle protesto ederek ‘ayin’ yapmanın huzurunda teselli buluyor” Sözlerimi bugün geliştireyim: Özellikle 1980’ler doğumlu gazetecilerin genelinde gözlemlediğim şu: Hapse girmeyi yüceltiyor. Ağlama seanslarına katılmayı mücadele sanıyor. Hep sevilmek istiyor. ‘Aman mahallem bana karşı tavır almasın!’ Alkış bağımlısı oldular. Şöhreti, ekranı seviyor. Ölümlü başarıyı kutsuyor. Sonuçta, bilinçsizce gönüllü yandaş oluyor. Sonuçta, bir çeşit dogmatizme/ bağnazlığa esir düşüyor. Sonuçta, siyasetin aparatı oluyor. Gazetecilik kültürümüz maalesef nesilden nesle aktarılamadı. Özellikle dijital yani internet gazeteciliğinin ortaya çıkardığı etik/ahlak sorunları gün geçtikçe büyüyor. 1980’ler kuşağı tanıdığım gazetecilerinin ortak noktaları cesur ve çalışkan olmaları. Toplumsal sorunlar ile yakından ilgililer. İşlerine aşkla bağlılar. Ama yaptıkları hangi habercilik ya da habercilik mi? En önemli eksiklikleri, gazeteciliği siyasi görüşlerinin aracı olarak görmeleri. Bu durum, gerçeğin kolaylıkla eğilip bükülmesine sebep oluyor. Duyumun cazibesi nesnellik sorununa yol açıyor; gazetecilik dedikodu şehvetine yenik düşürülüyor. Bunu en somut biçimde son seçimlerde gördük. Objektif olamama hali, hakikati yazan meslektaşlarına düşmanlık yapmaya kadar vardırıldı. Bu ‘TARAF’ gazeteciliğinin, karşı görüşün yani ötekinin özgürlüğünü savunmak diye hiç dertleri yok. Tek gösterdikleri ‘SAMİMİYET’ kendi mahallelerine! Gerçek olup olmadığına bakmaksızın tek amaçları istedikleri sonucu elde etmek yani kimse kusura bakmasın, ya da bakarsa baksın ama ‘CEPLERİNİ DOLDURMAK!’ Evet, yeni bir gazetecilik ‘TÜRÜ’ ile karşı karşıyayız: Sosyal medyada bol paylaşım alsın. Yazısı çok tıklansın. Kitabı baskı üstüne baskı yapsın. Televizyonlara çıksın, popüler olsun, tanınsın. Bu türden gazeteciler (ya da moda deyimiyle medya mensupları) tüm çabalarını, nitelikli içerikler yazarak değil, algılarla (hatta onlardan istenilen ters algılarla) yapmayı önemli sayıyorlar. Gerçekte yaşamının merkezinde konulan ve varsayılan sayısal/ niceliksel/niteliksel başarıları pek önemsemiyorlar. Aslına bakarsanız cesaret ile akılsızlık arasında çok ince çizgi vardır. Yaptığınız akılsızlığı kabul etmek ise cesaret işidir. Ne yazık ki her akılsız, onu beğenen başka akılsızlar buluveriyorlar! Bir bakıma gözü perdeli bencilliği başka kalıplara sokan bir gazeteci kuşağıyla karşı karşıyayız galiba! Hatalarda yanlışlıklarda ısrar eden bu sayede ‘kahramanlığa’ özenen bir kuşak ile karşı karşıyayız, diye düşünüyorum. Cezalandırılmayı, hapishaneye girmeyi marifet sanan bir gazeteci kuşağıyla karşı karşıyayız. O nedenle bu çocukları kendilerinden korumayı düşünmeli ve onların aslında dışarıda kalıp, gerçekleri halka yani kamuoyuna ulaştırmanın ana hedef olması gerektiğini bıkıp usanmadan defalarca anlatmak gerekiyor. Acı olan nedir biliyor musunuz? Bunlara rağmen aklı başında gözüken bizimkilerden çoğu, bu asi çocukları (!) uyarılacakları yerde, sürekli ödüllendiriliyorlar. Sözüm ona ağabeyler, ablalar tecrübesiz, bilgisiz dünkü çocukları adeta yoldan çıkarmış durumda onları kendinden pek emin birer kibir abidesi(!) yapıverdiler. Aslında halkın gündeminde ne var, bizim gündemimizde bitip tükenmez ne var? Rasyonalitenin yani gerçekçiliğin ölümüdür bu olan, başka bir şey değildir...”

Tebrikler, Soner Yalçın çok doğru, çok yerinde tespitler, saplamalar yapmışsın. Seninle aynı pencereden baktığımda ki bakmaktayım. 36 yıldır Balıkesir basını ve genel anlamıyla ve moda deyimiyle medyasına ilişkin senin yazdıklarının daha fazlasını, daha katmerli biçimiyle yazmaya kalksam, inan bu kadarla kalmaz en az iki ciltlik bir kitap olur!..