Geçtiğimiz günlerde Karadeniz’deydim. Benim için Karadeniz’in en güzel mevsimi eylül-ekim aylarıdır. Bu aylar Karadeniz’in kabuk değiştirdiği aylardır. Eylül-ekim gibi tarımsal hasatların bittiği, insanların ürünlerini sattığı bir nebze olsun rahat edeceği zamanlardır. Yayla sezonu bitmiş insanların hayvanlarıyla köylere şehirlere göç ettiği zamanlardır. Bölge halkının hayata yeniden başlangıç yaptığı dönemdir.

 

Sel değil, rant ve çarpık yapılaşma can alıyor

 

Karadeniz’de yaşanan sel felaketini yerinde görmek hem de vatandaşların yaşamlarını ve ekonomik gidişatlarını gözlemleme fırsatım oldu. Asırlar boyu Karadeniz bölgesi iklimi sebebiyle ülkemizde en çok yağış alan bölgedir. Son 20 yıla kadar Karadeniz’de bu kadar yıkıcı ve can kaybına neden olan sel felaketleri olmamıştır. Çarpık kentleşme ve doğa katliamlarını doğa affetmiyor. Her ne kadar aşırı yağıştan sel felaketleri oluyor denilse de felaketlerin asıl nedeni çarpık yapılaşma ve dere yataklarına imar ve yapı izni verilmesidir. Hepsinden daha önemlisi rant ve çıkar sağlamak amacıyla kişiler ve kurumların bu felaketlerde başrolü oynamalarıdır.

 

Araplaşmayan yayaları tercih edin

 

Karadeniz’e gidip de yaylalara çıkmamak olmazsa olmazlardandır. Yüksek rakımlarda bol oksijeni içinize doyasıya çekmek, dumanında kaybolmak, fark ettirmeden yağan çisesinde ıslanmak insanı yeniliyor. Nefes aldığınızı hissediyorsunuz. Mutlaka görülmesi yaşanması gereken güzellikler. Öyle çok meşhur yaylalarına giderseniz bin pişmanlıkla geri dönersiniz. Kendinizi Arap kültürünün İçinde bulursunuz. Burası bizim ülkemiz mi? Diye düşünmeye başlarsınız. Ayrıca fiyatlarda Araplaşmış durumda. Normalde 20 tl olan bir yiyeceğin veya içeceğin fiyatı 150 tl kadar çıkabiliyor. Neden bu kadar fark olduğunu sorduğunuzda verilen cevap içinizi acıtan cinsten. “Bizim gerçek müşterilerimiz Araplar” yanıtını alıyorsunuz. O yüzden siz çok meşhur yaylalara değil daha bakir daha az bilinen Araplaşmamış yaylaları tercih edin. Gerçek yaylanın keyfine o zaman daha iyi varacaksınız.

 

Hayvancılık yavaş yavaş yok oluyor

 

Yaylaların asıl sahipleri çobanlarla konuşma fırsatım oldu. Eskiden her evde bir çoban olurmuş. Hane başı 250-300 civarında hayvan besleniyormuş. Zamanla bu sayılar 3-4 hanenin toplamına kadar düşmüş. Şimdi her Oba’da bir çoban bulunuyor ve tüm Yaylacılar hayvanlarını bu çobana teslim ediyor. Tüm Oba’da çobanın otlattığı hayvan sayısı bin civarında. Eskiden her hanede 250-300 hayvan bulunurken şimdilerde tüm hanelerin toplamı bin hayvana kadar düşmüş durumda.

 

Borcumu fındık sonu ödeyeceğim

 

Cumhurbaşkanlığı tarafından Fındık fiyatları 26,5-27 TL olarak açıklanmıştı. Serbest piyasada fiyatlar yerlerde sürünüyor. Fındık tüccarları 22-24 TL’den Fındık alımı yapıyor. Devlet desteği olan TMO Fındık alımını kafasına göre yapıyor ve üreticinin ürün bedelini 3-4 ay sonra ödüyor. Karadeniz’de meşhur bir borç ödeme tekniği vardır. Tüm kurumsal olmayan borçlarınızı “fındık sonu ödeyeceğim” diyerek öteleyebilirsiniz. Fındık biter bitmez akacaktılar kapınıza dayanır. Zaten borçlu olan üretici yok pahasına fındığını tüccara satmak zorunda kalıyor ya da satmak zorunda bırakılıyor.

Devlet şunu demeli: Fındık taban fiyatı 27 TL ve bu fiyatın altında kimse Fındık alamayacak. Üst limit sınırsız. Devlet bunu demesine der ama önce Fındık piyasasını elinde tutan, tekelleşmiş durumda olan İtalyan Ferro’dan izin alması lazım.

 

Sağlıcakla…

 

Gazete Damgadan alıntıdır.