Bu sütunlarda daha önce yıllarda birkaç kez değil defalarca yayımlanan benzer başlık ve içerikteki yazılarımda değindiğim bir konuyu ve yer verdiğim bir fıkrayı bugün yine gündeme getirip ele almamın sebebi; geçen gün saygıdeğer bir okurumun bana gönderdiği iletide 'zamana ve aleme uyma hastalığı' şeklinde nitelendirdiği bireysel olarak başlayan zamanla kitleselleşen ve de giderek toplumsallaşma sürecine giren, benim yazılarımda da ' kitlesel boyutta akıl tutulmasının aymazlık hali' diye tanımladığım, bugünkü yazımın başlığında o okurumun ifadesinde yer aldığı şekliyle 'zamana ve aleme uyma hastalığı' konusunun ısrarla yeniden ele alınması ve irdelenmesi zorunluluğunun hasıl olmasından kaynaklanmaktadır. Şimdi öncelikle o meşhur fıkrayı sizlerle bir kez daha paylaşmak sonrasında ise asıl meseleye ilişkin görüşlerimi bir kez daha anlatmamın yararlı olacağını düşünüyorum; Adam terziye gidip bir takım elbise diktirmiş. Eve gelince karısı kıyameti koparmış: ‘Bak’ demiş, ‘Görmüyor musun, sağ omuzunda kocaman bir pot var! Derhal geri götür bunu.’ Adam tekrar terziye gitmiş, omuzundaki potu göstermiş, karısının kızdığını anlatmış. Ama terzi demiş ki: ‘Senin omuzun yanlış duruyor birader. Böyle durursan tabii pot olur. Sağ omuzunu şöyle öne çıkar, tamam! Bak şimdi pot falan var mı?’ Adamcağız tekrar eve gitmiş. Karısı bu kez daha fazla bağırmış adama: ‘Baksana yahu’ demiş, ‘Sol tarafın olduğu gibi bozulmuş. Kolun sarkıyor, omuzun bozuk!’ O elbiseyi diktirdiğine diktireceğine bin pişman olan adam tekrar terziye gitmiş. Durumu anlatmış. Terzi yine adamı suçlu çıkarmış: ‘Bak birader’ demiş, ‘Senin sol tarafında da bir çarpıklık var. Sol kolunu şöyle arkaya kıvır, omuzunu da ileri ver, hafifçe de öne eğil, bak pot kalıyor mu?’ Adam denileni yapmış ve sokağa çıkmış. Karşıdan bir karı-koca geliyormuş. Yanından geçerlerken adamın karısına şöyle dediğini duymuş: ‘Bak, zavallı adam sakat ama terzisi çok iyi!..”
Bu fıkrayı, çarpık bir elbise gibi duran yozlaşma düzenine kendilerini uydurarak kusurlarını kapattıklarını zannedenler için bir kez daha anlattım. Çünkü altını ve de üstünü de bir kez daha çizerek, ısrarla vurgulayarak bir kez daha şunu söylemek istiyorum: Bu ülkede her şey kötü, herkes çirkin ya da herkes yozlaşmış değildir elbette. Her görüş, her ideoloji, her yöre ve her sosyal sınıftan milyonlarca ‘DÜZGÜN İNSANIN’ varlığından da haberdarız, onları biliyor ve tanıyoruz. Ne var ki genellikle o düzgün insanların pek sesi çıkmıyor, köşelerine çekilmiş oturuyorlar, yaşamın içinde pasif kalıyorlar. Buna karşılık nerede ipini koparmış ‘ipipullah sivri külah’ varsa onlar bilhassa medya tarafından pompalanıyor. İşte bu da ‘negatif seleksiyon’ yani ‘tersine elek’ sisteminin bir sonucudur. Bu sistem nitelikli, olgun, birikimli, terbiyeli, kültürlü insanları eleyip, ötekileri ortaya çıkarıyor. Bu işin en kötü tarafı yozlaşmanın, kitle iletişim araçları yoluyla bütün toplumu ve özellikle çocukları, gençleri etkilemeye başlamasıdır. İspanyol düşünür Ortega Gasset diyor ki; ‘Bu dünyada hiçbir şey, kitle kültüründeki yozlaşma kadar bulaşıcı değildir.’ Gelin de İspanyol filozofa hak vermeyin. Birkaç yıl öncesine kadar yoz eğlenceyi kendilerine hakaret olarak gören insanlar, şimdi o eğlence biçiminin etkisi altında kalıyorlar. Hem bu iş sanatçı, politikacı, büyükelçi, bürokrat dinlemiyor. Zevksizlik, vıcık vıcık yozlaşma ve onun getirdiği sığlık içinde görgüsüzlük herkesi yutmaya başlayan bir kara delik halini almış durumdadır. Yozlaşma artıkça kendilerini o alemin kralı sanmaya başlayan kimileri ’Alem sana uymazsa sen aleme uy’ ya da ‘Elle gelen düğün bayram’ tekerlemelerine can simidi gibi sarılmış durumdalar. İşte onlar artık üstlerine düşen kültür mücadelesini yapmadan, kolayca, sıcak bir suya gömülür gibi zevksizliğin içine gömülmüş durumdalar. Elbette ki, bu son noktadan sonra ne seçicilik kalıyor ne düzgün konuşulan ve kullanılan bir Türkçe ne kaliteli müzik ne de bir kültürel tavır ne de zarafet! Bu durumda kanımca kişiliğinizi daha fazla sakatlamamak için bu türden yozlaşmalara karşı çıkmak en doğrusudur, diye düşünüyorum. Çünkü ödün vermenin hiç ama sonu yoktur! Zamana ve aleme uyma hastalığına kapılıp elle gelen düğün bayram, demek zorunda değiliz, en azından ben değilim, benim gibi düşünen ve yaşayan sizler de değilsiniz!..