Bundan 13 yıl öncesiydi.

Dursunbey'deki bir maden ocağında grizu faciası yaşanmış, onlarca madenci göçük altında kalmıştı.

Bunlardan ikisi kardeşti.

Bedenleri henüz 300 metre dipteydi.

Hayat hikayelerini habere dönüştürmek amacıyla köylerine gittim.

Bursa Mustafakemalpaşa sınırındaydı bu köyümüz.

Yol, iz yok.

Ķıraç bir arazi.

Araçla ulaşabildiğimiz yere kadar yol aldık. Sonrası çamur deryası içerinde biraz yürüdük.

Karşımızda virane bir ev.

Seslendik, kapıdan 60-65 yaşlarında dayı çıktı.

Üzerinde yırtık ceket, ayağında bugün çoğumuzun unuttuğu kara lastik ayakkabı.

Selamlaştık.

"Buyrun size çay yapayım" diyerek kerpiç evine davet ediyordu.

Anadolu insanının o eşsiz misafirperverliğini bize göstermeye çalışan vatandaşımızın, sobasında yakacak odunu/kömürü, dolabında çayı/şekeri yoktu belki de...

Grizu faciasını bizden önce haber almış olacak ki boynu bükük idi.

"Başınız sağ olsun" der demez, ağzından yüreğimde hançer etkisi yapan şu kurşun kadar ağır kelimeler dökülüyordu:

"Beyim.. Bizim sesi duyan olmaz. Sakın ola madeni kapatmasınlar. Devlet büyüklerimize siz söyleyiverin bi zahmet. Maden sahibi de ölen evlatlarımın yerine beni işe alsın. Sigortamı yapsın..."

İki oğlu ölmüş birinin dilinden dökülenlere bakar mısınız Allah aşkına!

Acının düğüm olup kıstığı sesiyle derdini ifade etmeye çalışan hemşerimizin boynu bükük olsa da dik durmaya çalışıyordu.

O sözler, bir alev gibi düştüğü içimi kavuruyor, için için dökülen gözyaşları yüreğimdeki yangını alevlendiriyordu. Boğazım düğümleniyor, dilim lal olup susuyordu!

Düşünsene;

İki evladın göçük altında kalmış. Cansız bedenlerine henüz ulaşılamamış. Tarifsiz bir acı hissetsen de belli etmiyorsun . Daha da vahim olanı aç kalma korkusu yaşıyorsun!

Nasıl bir duygu acaba?

demeden önce, empati yaptığında hissedecek, anlayacaksın sende Dursunbey'in, Kepsut'un kuş uçmaz, kervan geçmez dedirten, Güneydoğu'daki mezraları aratmayan yerleşim yerlerini görünce..

Diri diri kaldıkları toprak altında can veren bu iki kardeşin iki gün sonraki cenaze törenlerine de katıldım.

ATV canlı yayına bağladıklarında;

"Hani kimi siyasetçi ve kendine 'aydın' diyen zevat sürekli güneydoğunun hizmet alamadığını gündemde tutmaya çalışıyor ya! İşte onlar gelip görsünler batımın orta göbeğindeki güneydoğuyu...." kelimelerinin bir anda ağzımdan dökülüverdiğini dün gibi hatırlıyorum.

Yaz ayları hariç, hemen her günü birilerini anmaya ayırarak kendilerine iş çıkaran sözde merhamet ve vicdan sahipleri(!) bugünü de madencilerimize ithaf etmiş.

Bizim de payımıza bol bol süslü cümlelerle kutlamak düşüyor!

O vakit;

Yüzleri kara, akciğerleri kirli, ama yürekleri tertemiz olan madencilerimize selam olsun.

Cansız bedenlerini toprak altından çıkarıp, toprağa gömerek Allah'a emanet ettiği iki evladı yerine "beni çalıştırsınlar, sigortalı yapsınlar" diyen Balatlı madenci babası...

Sana da selam olsun.

SENİ DE UNUTMADIK

Göçük altından çıkarıldıktan sonra hastaneye götürülmek üzere ambulansa alındığında; “Çizmelerimi çıkarayım sedye kirlenmesin” diyen madenci kardeşimiz, seni de unutmadık, unutmayız, unutturmayız!

Dursunbey'de, Soma'da, Zonguldak'ta göçük altında kalarak can veren yüzlerce madenciyi de unutmadık!

Sahi ne diyorlardı;

Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, orada insanların nasıl öldüklerine bakın.

Bizim insanımız, saf, temiz, kamil insan be..

Daldan yaprak düşer gibi baka baka gözlerimizin içine ölmesin bu insanlar.

Bu kadar ucuz olmamalı bu çağda ölüm!

Selam ve Dua ile.