İKTİSAT DIŞ POLİTİKA KADAR ÖNEMLİ VE EŞDEĞERDİR

1990’lı yılların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ABD’nin bu süreçten adeta zafer içinde çıktığı algısı ile liberalizmin; tarihin sonunda, ayakta kalan tek ideoloji olduğu argumanlarıyla Francis Fukuyama teorisiyle kamusal anlayış, adeta sahada tüm mühimmat ve teçhizatını bırakıyor ve adeta geri çekiliyordu. Sonuçta NATO, Soğuk Savaş yıllarındaki rakip paktı dağılınca nasıl bir işlev üstlenecek sorusu ilk akla gelendi. Bu kavramın içini doldurmak için bol miktarda tez ve öneri yazıldı. Etnik çatışmaları önleme, terörist grupları izole etme, mikro-milliyetçi kırılmaları düzenleme gibi misyonları üstlenerek NATO bir anlamda kendine atfettirdi. Türkiye’nin o yılları yani 90’lı yılları terörle mücadele ve faili meçhul cinayetler ve dağılan koalisyonlar ile geçirdi. Zaten iktisaden de makro ekonomik değerlerinin bozulduğu ve döviz fiyatlarının karşısında, Türk Lirası’nın yine bugünkü gibi savunmasız kaldığı yıllardı o yıllar..

Soğuk Savaşın bitiminde, içeride terör ve ekonomik konularla boğuşurken, dış politikada da, büyük rakibe karşı desteklenen Türkiye’nin eski önemini kaybedip kaybetmeyeceği tartışılıyordu. Ve 2002’de AKP’nin iktidara gelişiyle, Büyük Ortadoğu Projesi’nin yani BOP ile ABD birlikte Eşbaşkanlığın, büyük bir övünç ve gururla Türkiye’nin başbakanına verilmesi, Türk dış politikasında Pro-Amerikan bir çizgiyi parlatıyordu. Ancak Türkiye, bölgesel bir güç olmanın ötesinde bir pivot ülkeydi, O yıllarda iki seçimden yani 2002 ve 2007 genel seçimlerinden aldığı güç ve Müslüman Kardeşler ideolojisinin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaydığı titreşim ile adeta tüm Ortadoğu’da bir oyun kurucu yani play maker rolü üstlenmeye soyundu. Suriye iç savaşına müdahil olma bu dinamikler ile oldu. Rusya, Suriye’de sahaya indiğinde bile Türkiye bölgesel-küresel parametreleri denkleme katmadan kendine biçtiği misyonu sürdürdü Hem ABD hem Rusya ne çabuk unuttunuz!.

 O zamanlar PYD/YPG yapılanması ile dirsek temasına başladığı süreçte, Türk dış politikası açığa düşümüş oluyordu.15 Temmuz 2016’da karşılaşılan hain bir kalkışma daha doğru bir ifadeyle darbe girişiminin ardından da Müslüman Kardeşler ideolojisinin rahatsız ettiği Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve ilişkilerin gergin olduğu ABD -İsrail ekseni olduğu sorgulanıyor ve hatta doğrulanıyordu, Bunları sizlerde anımsayacaksınız.

Nihayet “sıfır sorun” politikası, adeta “sırf sorun” mecrasına kayıyor ve hiçbir komşumuzla aramızın iyi olmadığı bir döneme dönüşüyordu. Suriye iç savaşı, 4.5 milyon sığınmacıyı ülkemize taşıyor ve bitmeyecek bir ağırlama döneminin perdesi aralanıyordu. Cumhuriyetin tüm birikimleri, sanayi kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri, iletişim ve ulaşım hatları 2002’den itibaren tam 79 yıl sonra birer birer satılmaya başlıyor ve 2017 yılına dek 63 milyar dolar toplanıyordu. Ne yazık ki bu 63 milyar doların en az 45-50 milyar doları Suriye bahanesiyle harcanacaktı. ABD ile gerginleşen ilişkiler, ki burada ABD’nin de ihmal ve perspektif hatası payı çok büyüktür Türk-Rus ilişkilerini stratejik hava savunma işbirliğine getirilen ve bu sebeple alınan S/400 füze sistemi ile, Türkiye, NATO’daki varlığını tartışmaya açtırmıştır. S-400 füze sistemi alınmasıyla, Türkiye F-35 projesinden çıkarıldı. Türkiye’ye toplam maliyeti 18 milyar dolar oldu. Yaklaşık 850-900 ara mal ve yedek parça üretiminin katma değeri 14 milyar doları buluyordu. Tüm bu sebeplerle ekonomik denge ve derman çökünce, Türkiye yeniden transatlantik ilişkilerden ve ABD’den medet umar oldu. İktisadi düşkünlük, dış politikadaki duruşu da düşürdü. Bu günlerde 15 Temmuz kirli darbe girişiminin finansörü BAE’yi birinci sınıf karşılama ile ağırlıyor ve sunumlar yapıyoruz ne yazık ki!. Topraklarında 11 bin ABD askerini ağırlayan ve Güney Kıbrıs Rum yönetiminin izin ve desteğiyle, sözde 5. Parsel’de ABD’nin dev şirketi Exxon Mobil ile Katar Petrolleri ortaklığı doğalgaz ararken bizler Katar’ı, “Zor günlerin dostu” gibi ağırlayıp portföyümüzde satılabilecek kurum ve yerleri göstermiyor muyuz?

Onlarda utanmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüzdeki idarecilerine, “Para istemeye mi geldiniz?” diye utanmadan sıkılmadan soruyorlar. Neyse tüm bu acı gerçekleri hatırlattıktan sonra Türkiye’de az çalışılan konulardan birinin de, iktisat ve dış politika arasındaki korelasyon olduğunu anımsatmak gerekiyor. Bu nedenledir ki, Rusya’dan S-400 ve doğalgaz alan bir Türkiye, ABD’den ve finans çevrelerinden borç arayan bir Türkiye Ukrayna’da kimin yanında durmaya karar vereceğini uzun süre düşünecektir, ister istemez düşünmek zorundadır. İktisadi düşüş, dış politikada düşkünlük getirir. İktisadi küçülme, dış politikada ne yazık ve de ne hazindir ki, biraz kabuğuna çekilip büzülmeyi getirir. Bunların anlamak istemedikleri budur sanırım!..