Emperyalizm, yani yayılmacılık, bana göre; başka ülke ve ülkeler üzerinde, siyasal, ekonomik, askeri, kültürel egemenlik kurarak onları çıkar doğrultusuna yönlendirmektir. Kapitalizm varlığını sürdürebilmek için emperyal güç, yayılmacı olmak zorundadır. Kapitalizm, özel girişime, piyasa serbestliğine büyük mali sermayenin ekonomik egemenliğine dayanan iktisadi sistemdir. Amaç, büyük sermayenin, emek sömürüsü ile yaratılan artı değere el koyması, piyasalarda başat, egemen güç pozisyonun kötüye kullanılması, kartel anlaşmalarıyla karın en çoğunu alması iktisattaki tanımıyla maksimizasyondur. Kar maksimizasyonun sürdürülebilmesi için, karın sermayeye dönüştürülerek üretimde kullanılması, pazarın genişlemesi gerekir. Kapalı bir ekonomide pazarın genişlemesinin sınırı vardır. Giderek azalan kar, kapalı bir ekonomide ekonomik olarak sıfırlanır. Kar elde edilmesini güvence altına almak için, siyasal güç elde edilmesi, bu gücün başka ülkeler üzerinde hegemonya kurabilmesi için de pazarın genişletilmesi gerekir. Büyün bu anlattıklarım iktisadi yani ekonomi dünyası içinde iktisadın literatüründe yer alan terimlerdir bir anlamda. Buradan devamla kapitalizm ile birlikte sömürge oluşturma hızlanmış, emperyal güçler arasında çıkar çatışması başlamıştır. Sömürge, metropolün kendi sınırları dışında yönettiği, ekonomik, siyasal çıkar sağladığı topraklar, ülkelerdir. Doğa yıkımı, çevre kirliliği de yaratan, madencilik gibi faaliyetler öncelikli olarak sömürgelerde yapılarak sömürgenin doğal kaynakları kullanılır, tüketilir. Sömürgenin dış ticareti ağırlıklı olarak metropolledir. Sömürge, hammadde, emek, yoğun ürünlerin ihracatını yaparken mamul dış alımı yapar. Üretimde iş bölümü sömürgenin hammadde, metropolün katma değer katarak, mamul üreterek satmasıdır. Sömürgenin ürettiği hammaddeye değer katacak sanayileşmesine izin verilmez. Dış ticaret, dış ticaret haddi, ucuz ithalat pahalı ihracat yoluyla sürekli metropolün lehine geliştiğinden bir sömürü istismar aracıdır. Dış ticarette taşımacılık genelde metropolün tekelindedir. Finansmanı da metropol tarafından yapılır. Sömürgede bankacılık faaliyeti metropolün kontrolündedir. Altyapı yatırımlarında, ‘yap-işlet-devret’ yöntemiyle metropol tarafından yapılması, ayrı bir sömürü kazanç sağlama yoludur. Metropol, zaman zaman sömürgeye mali-iktisadi yardım gibi gösteriler, çalımlar yapsa da sonuçta metropol zenginleşirken, sömürge doğal kaynaklarını da yitirmiş olarak yoksullaşır.
Geçen yüzyılın başlarında emperyal güçler arasında uzlaşının temelini “Monroe Doktrini” oluşturur. Dönemin ABD Başkanı J. Monroe’nin Amerikan kongresi sunduğu bildiri, Avrupa devletlerinin; İspanya, Fransa, Rusya, İngiltere’nin Güney Amerika’da sömürge girişimlerinden el çekmeleri karşılığında ABD’nin de Avrupa devletlerinin diğer kıtalardaki girişimlerine karışmayacağı önerisiyle; sömürgecilik konusunda işbölümü yapılmasıdır. Monroe Doktri’ni çerçevesinde Florida İspanya’dan alınmış, ABD’nin Güney Amerika üzerinde hegemonyasının temeli oluşturulmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrası itibarıyla Osmanlı’nın paylaşımı, Alman sömürgelerine el konulmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lider, sözde değil özde vatansever, özverili, güvenilir silah arkadaşları olmasaydı, Trakya’nın tümü elden çıkacak, Anadolu paylaşılmış olacaktı. Emperyal, egemen güç olarak İngiltere, güneş batmayacak hegemonyasını kurmuş, Fransa’ya da Afrika ve Ortadoğu’da pay verilmişti. Bağımsızlık savaşımız görünürde Türk-Yunan, gerçekte ise İngiltere ile yapılan bir savaştır. Yunanistan, toprak vaadi karşılığı İngiltere’nin adına vekâleten savaşmıştır. Anadolu’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulup mücadele başladığında, Anadolu hareketini bastırmak için İngiltere’nin desteğiyle Yunan askeri İzmir’e çıkmıştır. Emperyal gücün bir aracı da günümüzde de süregelen vekalet savaşlarıdır. İngiltere Başbakanı Llyod George’nin 16 Ağustos 1921’de Avam Kamarası’nda yaptığı konuşma, vekalet savaşını ve kapitalist ‘etik, insancıl’ anlayışı yansıtması açısından bir itiraftır: “Kemalist ayaklanmayı bastırmak için Anadolu içlerine kadar İngiliz askeri gönderilmediğine göre tek bir şık vardır. O da iki tarafın sonuna kadar vuruşmasıdır.”
II. Dünya Savaşı sonrasının emperyal gücü Amerika Birleşik Devletleridir. Ülkemizde 24 Ocak 1980’de ekonomik istikrar kararlarını, 12 Eylül 1980 askeri darbesini, bugünlerin Cumhur İttifakı’nı, son günlerde artan hilafet-şeriat amaçlı gösterileri bu büyük proje kapsamında değerlendirmek gerekir. Emperyal güçler; tehdit öğesi olarak ve ekonomiyi canlı tutabilmek için savaş ekonomisi stratejisini izlerken, işbirlikçiler kanalıyla da hedef ülkelere nüfuz ederler. Mücadele, geçen yüzyılda ekonomist ve siyaset adamı Sultan Galiyev’in vurguladığı gibi; emperyal güçlerle mazlum ülkeler arasındadır. Sömürüye karşı bağımsızlık mücadelesi hız kesmeden sürmektedir. Bilmem farkında mısınız?..
Yorum yapın