GERÇEKTEN BUNLAR DAHA İYİ GÜNLERİMİZ Mİ ACABA?.

Anımsayacaksınız mutlaka, diye düşünüyorum. İki hafta önceydi sanırım. TBMM’de yani Meclis’te bütçe görüşmeleri sırasında az kalsın bir cinayet işleniyordu. Milletvekilleri arasında çıkan tartışma, aniden arbedeye dönüştü ve AKP milletvekili Zafer Işık, İYİ Parti milletvekili Hüseyin Örs’ü yumrukladı; İYİ Parti milletvekili Hüseyin Örs, kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırıldı. İki günden fazla bir süre yoğun bakımda tedavi edilen Örs’ün hayatta kalması, belki de maruz kaldığı yumruklar sonrası o anda Meclis’te bulunan hekim/doktor milletvekillerinin anında müdahalesi sayesindeydi. Saldırgan AKP milletvekili Zafer Işık, iki oturum genel kurula girememe cezası almanın dışında adeta ‘pişman değilim, özür dilemem, madem kalp hastasıymış, Meclis’e gelmeseydi’ dercesine ‘geniş bir rahatlık içinde’ aldığım duyumlara göre Meclis’te dolanıp duruyormuş. ‘Meclis’te can güvenliği kalmadı mı, yok mu?’ diye soracak olursanız ben de sizlere rahatlıkla ‘Siyasette şiddet, kadına şiddetle yarışıyor.’ Yanıtını rahatlıkla verebilirim sanırım. Yakın çevresi tarafından ‘Karıncayı dahi incitmediği’ söylenen CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na özellikle son dört, beş yıldır yapılmayan kalmadı. Sizlerde biliyorsunuz. Şehit cenazelerine katılması engellenmeye çalışıldı, tehditlere pabuç bırakmayıp gittiği için Ankara’nın bir köyünde linç etmeye çalışıldı. Tıpkı Sivas’ta olduğu gibi kundaklama olduğu şüphesi yüksek olan bir yangın girişiminden kıl payı canını kurtarabildi. Bu olayların failleri ise yakalanmalarına rağmen ya hiç ceza almadı ya da uyduruk cezalar ile kaldılar. Yine sanırım anımsayacaksınız İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in kapısına seçimler öncesi süreçte kendilerine ‘Ülkücü’ diyen bir takım gençler dayandı, tehdit edildi. Meral Akşener, yurtiçinde yaptığı gezilerde sürekli provokasyonlara uğratılmaktadır. Tayyip Erdoğan, “Bunlar daha iyi günleriniz!” diye Akşener’e de Kılıçdaroğlu’na da sürekli tehditler savurmaktadır. Seçime altı aydan daha az bir süre kaldı. Zaten kutuplaşmanın had safhaya eriştiği bu ülkede daha fazla ortalığı germenin aslında kime yaradığını kimlere fayda sağladığını daha önceki süreçlerde hep birlikte yaşamadık mı?.

Yine anımsayacaksınız, 2015’de AK Parti, tek parti iktidarını Haziran seçimlerinde yitirdiğinde, hükümeti kurma görevini ana muhalefet partisine vermedi. Beş buçuk altı ay koalisyon kurulmasını da engelleyip o arada yaşanan terör olayları sonucunda halkın direnci kırılınca genel seçimler yenilendi ve bu sayede AKP, oylarını artırarak iktidarını korumayı başarabildi. Çok değil henüz üç ay önce araştırmacı-gazeteci Timur Soykan, ‘Badeci şeyh’ rezaletinden sonra yine bir tarikat rezaletini mahkeme kayıtlarına dayanarak ortaya çıkarmayı başardı. Timur Soykan, bu kez karısını, anasını ‘badelesin’ diye şeyhe ikram eden sapkın ve şapşal müritlerin dışında başka bir rezalet ortaya çıkmasını sağladı. İsmailağa cemaati mensubu olduğu öğrenilen bir baba, 6 yaşındaki kızını 29 yaşındaki müridine ‘eş olsun’ diye vermiş, küçük kız çocuğu yıllar boyunca cinsel istismara maruz kalmış, taciz ve tecavüze uğramış. O kız büyüyüp de başına gelen rezaletlerin boyutunu anlayınca şikâyetçi olunca dava açılmış ama şu an itibarıyla suçlular tutuksuz yargılanmaktadır. Ne büyük hoşgörü ama!

Pes doğrusu, yazıklar olsun!..

O tutuksuz yargılananlar cemaat mensubu tarikatçılar olmasa örneğin son gümlerde epeyce artış gösteren kadınlara yönelik, şiddet, taciz, tecavüz veya kadın cinayetlerine karşı çıkan, protesto da bulunan dernek ve kuruluşların üyesi olsalar hemen coplanarak, biber gazı sıkılarak karga tulumba gözaltına alınıp, içeri tıkılırlardı, hiç kuşkusuz!..

Aslına bakarsanız, 29 yılı aşkın bir süredir iktidarda bulunan AK Parti sayesinde bu cemaat, tarikat mensupları en rahat dönemlerini yaşaya gelmişler, hep korunup kollanmışlardır. Onlar İstedi, Ayasofya cami oldu, onlar istedi, bir nevi kadına şiddeti önleme belgesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı. Valilerin, kaymakamların üst düzey bürokratların, bakan ve milletvekillerinin hazır bulunduğu icazet törenleri sıkça yapılır olurken, eğitim sistemimize iyice ağırlıklarını koymalarına izin verildi ve onlarda var güçleriyle kız çocuklarının örtünmesi, Türkiye’nin ‘laik düzenin hüküm sürdüğü’ bir ülke olmaktan çıkarılması amacıyla çabalarını iyice yoğunlaştırdılar. Tarihsel gerçekçilikten epeyce uzak kalan, hiçbir derinliği olmayan sığ ve hayalperest biçimde derinliği bulunmayan saçma sapan bir Osmanlıcık hayranlığıyla okulların ve diğer kamu kuruluşlarının mimari biçimlerini dahi değiştirmekten geri kalmadılar. Türkiye özellikle son 11-12 yıldır hızla ve şimdilik fiilen teokratik bir ‘din devleti’ olma yolunda ilerlerken, son beş aydır komşu İran’da kadınlar başörtüsüz sokaklara çıkabilme özgürlükleri için canlarını verme pahasına mücadele etmektedir. Bu uğurda İran’da yüzlerce kişi yaşamını yitirirken, rejimin sahibi görünen mollalar ise binlerce İranlıyı cezaevlerine doldurdular. Şimdilik kaydıyla da bilinen rakamlarla bin beş yüz kişi hakkında da idam cezası veriverdiler.  Bu idamların şimdiye kadar 15’i de infaz edildi. Tüm bunlara rağmen İran’da başörtüsü karşıtı gösteriler bitmek bilmiyor. Anımsayacaksınız, bizler yıllar yılı ‘Türkiye İran olur mu?’ diye korktuk, endişelendik ama bu günlerde ‘İranlı kadınlar ülkelerinin laik Türkiye gibi olması için canlarını veriyorlar.’ Buna karşılık Erdoğan ve partisi AKP ise hazırladığı anayasa değişikliği teklifiyle kadınların örtünme özgürlüğünü sağlama almak ve sözde ‘aileyi koruma’ adı altında özellikle kadının boşanmasını ve boşandıktan sonra korunmasını zorlaştırıcı düzenlemeler dolu değişikliği, anayasa maddesi haline getirmeye çalışıyor. İktidarın bu değişikliği getirme gerekçesi ise aşırı laiklik uygulamaları, sağlanan aşırı özgürlükler yüzünden boşanmaların artması, kadınların kocalarına isyan etmesi, başkaldırmasıymış. Yani bir anlamda iktidar kadınlara şunu demek istiyor, anladığım kadarıyla; ‘Şiddete de maruz kalsanız da evliliğe dolayısıyla kocanıza katlanacaksınız!.’

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, üstelik 34 yıldır gazetecilik yapan bendeniz Zikri Evner, kadın haklarını, bireylerin özgürlüklerini daha nasıl savunur,? Sorarım sizlere..