Yaşadığımız günler ve zamanlarda, bunların yanında içinde bulunduğumuz toplumsal
manzara bana çoğu zaman kurtlar sofrasını anımsatıyor. Derin yozlaşma, ekonomik kriz,
sosyal kayıplar ve psikolojik çöküşlerle çevrili etrafımızda, gazeteciliği toplum olmanın,
toplum olarak kalmanın iradesi ve hazzının arkasına sığınarak yeniden düşünmek zorundayız. 
Hakikat ile yalanın, öz ile görünümün, doğru ile yanlışın, kamu vicdanı ile bireysel çıkarın
çarpışmasında gazetecilik, yaşamsal önemdedir. Attila İlhan’ın gazetecilik faaliyetini merkeze
koyduğu ve bunu toplumsal yaşamın rutin bir parçası olarak kurguladığı romanı Kurtlar
Sofrası’nda bir karakter şöyle sesleniyor okurlara: “Gazeteciyim ben, duyduğumu,
gördüğümü yazarım. Yediğim ekmeği, aldığım parayı çalmamış olmam için, doğruyu
duymak, gerçeği görmek zorundayım. Ben sustum mu korkuyorum demektir. Çirkin olan
budur.” 
Çirkinliğin neredeyse güzel olanın yerini aldığı kurtlar sofrasında doğruyu duymak ve hakikati
yani gerçeği aramak, bir anlamıyla toplumu düşünmek ve toplum üzerine düşünmektir.
Gazetecilikte üretilen bilgi, haber, yorum, var olanın bilgisinden ve var olan üzerine üretilen
bilgiden kesinlikle ayrılamaz. Bu noktada Türkiye’de gazetecilik yapanların bu mesleği çeşitli
biçimlerde ve koşullarda sürdürenlerin, kamusal düşünceye dayanan “ortak iyi niyet”
çerçevesinin geliştirilmesi için kurtlar sofrasında mücadele ediyor olması hatta etmesi
gerekmektedir. Bana göre; Gazetecilik bir bakıma da toplumun kendi üzerine düşünmesi,
toplumsal ve kamusal yararı olanı düşünmesi esas olmalıdır. İnsanlar kendilerinin dolaysız
deneyimleri ve pratikleri dışında kalan çevreyle gazetecilik faaliyeti aracılığıyla etkin oldukları
kapsamda ilişkiler kurarlar. Burada kendine gösterileni, anlatılanı toplumsal anlamda hem
öznel hem de nesnel olarak kendisi üzerinden olduğu için dolayısıyla kendisine resmetmek,
göstermek, anlatmak zorundadır, diye düşünüyorum.
Alman felsefe düşünürü Georg Friedrich Hegel; “Ben kesinliğe bir başkası aracılığıyla sahip
olurum, yani eşyaya ve bu aynı zamanda bir başkası aracılığıyla kesinliktedir yani ben
aracılığıyla” demektedir. Hegel’in bu felsefe ilkesinden hareketle konuya şöyle bir yorum
getirebiliriz;  “Nasıl ki toplum kendisinin bilgisine gazetecilik faaliyeti aracılığıyla sahip
oluyorsa, gazetecilik faaliyetini sürdürenler de toplumun bilgisine toplum aracılığıyla sahip
olur. Kurtlar sofrasında kaybolmamak için kendimiz üzerine düşünmek, bu nedenle
hakikati aramanın saygınlığını yeniden sağlamak ve bunu deneyenlere pek çok anlamıyla
destek olmak zorundayız. Aslına bakarsanız, kolay değildir kurtlar sofrasında hakikatin izini
sürmek, sürdürmek. Bir yanda gazeteler kamu ilanlarını kesme cezalarıyla, dolar endeksli
olması nedeniyle artan kâğıt fiyatlarıyla ve baskı maliyetleriyle, basılı gazete okuma
oranının düşme eğilimiyle çeşitli düzeylerde tehdit altındadır. Diğer yanda ise gazeteciler,
hukuku elinde sopaya dönüştürenlerin davalarıyla ve itibarsızlaştırma girişimleriyle karşı
karşıyadır. Gazeteciliği yaşatmak ve güçlendirmek gerekmektedir. Hakikatin izini sürenleri
anlamak, desteklemek ve onlara saygı göstermek bir bakıma zorunluluktur. O yüzden daha
çok düşünmek gerekiyor. Çünkü gerçekten kolay değildir kurtlar sofrasında hakikatin izini
sürmek…