DÜNYA EKONOMİK DÖNÜŞÜM YAŞIYOR

Dünyada ve ülkemizde yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeler, yeni bir ekonomik dolayısıyla politik değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Zamanın ruhunu anlayabilmenin, toplumsal ve siyasal gelişmeleri doğru yorumlayıp, yönlendirebilmenin yolu bence buradan geçiyor. Sosyolojik açıdan konuya yaklaşıldığında, temel karakteristiğin kentleşmenin belirgin biçimde öne çıkışı olduğunu görülmektedir. Çünkü toplumun aktif ve üretken kesimleri kentlerde toplanıyor. Bu kesimler, ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeleri de öncelikle belirler, etkiler ve yönlendirir duruma gelmektedir. Kentsel gelişimin öne çıkışı ve aktif nüfusun kentlerde toplanması, kırsal kesimin çözülmesini de beraberinde getirmektedir. Uzun vadede doğal karşılanabilecek bu süreç, plansız programsız, denetimsiz ve hedefsiz biçimde gerçekleştiğinden olsa gerek üretimde, tarımda ve gıdada önemli sorunlara yol açmaktadır. Kırsal kesimde yaşanan sorunların ortaya koyduğu en çarpıcı sonuç, tarımın kan kaybetmesi, üreticilerin ürettikleri ürünlerini değer fiyata satamamaları ve dolayısıyla üretimden çekilmeleri ve kopmalarıdır. Bu durum, tarımsal alanda ve kırsal kesimde bir tür “prekaryalaşma” olgusunu da beraberinde getirmektedir. Şimdi doğal olarak soracaksınız; Prekaryalaşmak ne demektir? Diye...

Efendim, prekaryalaşmak deyimi; güvencesiz biçimde yaşamaya neden olan, baskılarla karşı karşıya bırakılan bireylerin tüm bu zorlukların içinden geçerken dahi güvenli bir kimlik duygusu, aidiyet hissi gelişmemesi şeklinde tanımlanmaktadır.  Bir yandan kırsaldaki genç nüfus kentlere göçüp, yeni arayışlara yönelirken tarımdaki nüfusun yaş düzeyi yükselmekte ve aynı zamanda tarımsal üretimden kopanlar birer “prekarya” haline gelmektedir! İngiliz iktisatçı Guy Standing’in ortaya attığı “prekarya” kavramı, belirsizliği ve güvencesizliği ifade etmektedir. Kırsal kesimde böylesi gelişmeler yaşanırken zorunlu olarak kentlere gelen genç nüfus, doğal olarak başta yeni bir iş olmak üzere, yeni sosyal ve siyasal aidiyetlerin, kısacası yeni çözümlerin peşine düşmektedir. Bu durum, kentlerde yeni yaşam öykülerini ve yeni arayışları ortaya çıkarmaktadır. Yaşanan bu toplumsal gelişmeyi, ekonomi / politik açısından, hayata ve ekonomiye katılan gençlerin, emekçilerin emek, sömürü ve sendika gibi kavramlarla karşılaşması, kısacası proleterleşmesi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Günümüzde “mavi yakalılar” ile “beyaz yakalılar” hayatın ve üretimin içinde ister istemez ortaklaşmakta ve giderek proleterleşmektedir. Ekonomik yaşama yeni katılan toplumsal kesimler içinde, ekonomideki konumları hızla büyüyüp yaygınlaşan kurye, AVM ve çağrı merkezlerinde çalışanlar gibi hizmet sektörü emekçileri önemli bir yer tutuyor. Ekonomide yaşanan gelişmelere koşut olarak, bu kesimler hızla büyüyor ve toplumsal mücadelede çok daha etkin bir konum kazanıyorlar. Bu gelişmeyi de kısaca, yeni ücretlilerin / emekçilerin proleterleşmesi olarak ifade etmek doğru olacaktır. Bütün bu gelişmeler, toplumsal ve siyasal mücadele açısından yepyeni sorunları ama aynı zamanda yeni olanakları da beraberinde getiriyor. Emek ve demokrasi mücadelesinde saflar sıklaşıyor. Sol ve sosyal demokrat siyasetin, bütün bu yeni gelişmeleri derinliğine irdelemesi ve buradan yeni sonuçlar çıkarıp, yeni yol haritaları hazırlaması gerekiyor. Elbette bunun için de öncelikle toplumsal gelişmelere emek / sınıf temelli bir bakışla ve halkçı bir anlayışla yaklaşılmalıdır. Hayatın ve sosyal gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni durumları, aklın ve bilimin gerçekleri ışığında irdelemek; ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişmeleri böylesi bir yaklaşımla analiz etmek, temel bir zorunluluktur. Siyasetin yeniden harmanlandığı günümüz koşullarında, değişen üretim ilişkilerini doğru biçimde çözümlemek ve buna uygun yeni mücadele yöntemleri geliştirip hayata geçirmek gerekiyor. Ülkemizin emekten ve demokrasiden yana ilerici yurtsever güçlerinin önünde, böylesine anlamlı ve önemli bir görev, boylu boyunca durmaktadır..