DÜNYA APTALA CENNET GİBİ GÖRÜNÜRMÜŞ!

Yazımın başlığında girişini yaptığım özdeyişin tamamı şöyledir; Aptal insana cennet gibi görünen dünya bilgili insana aslında cehennem gibi görünür..

Seçime beş gün kala bu sözler çok manidardır yani anlamlıdır ama gerçekten ne demek istediğimi anlayana..

Bu sütunlarda bugüne kadar anlattıklarım ışığında ülkemizi yani Türkiye'yi ele alacak, güncellenmiş emperyalizmin, küresel kapitalizme eklemlenme meselesini şimdilik son kez irdeleyecek olursak karşımıza çıkacak tablonun şekillenme sürecinin ta 1990’larda başladığını ancak özellikle 2000’lerde hız alan proleterleşme sürecinden ayrılamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu süreç, Türkiye’nin küresel üretim süreçleri, işbölümü içerisinde edindiği rolle de yakından ilgilidir. Neden derseniz; 2002'de Adalet ve Kalkınma Partisi'nin aldığı yüzde 34 oy ile ama mecliste sağladığı yüzde 63’e erişen çoğunlukla tek başına iktidara gelmesiyle başlayan yeni dönemde Türkiye’de bir anlamda kırsalın çözülmesi ve dönüşmesi süreci yaşanmaya başlamıştır. Yani kırsalda yaşayan kitleler güvencesiz zor koşullar altında iken kısa bir dönem içerisinde kentlere göç ederek yeni bir proleter sınıf, yani yeni işçi sınıfı oluşturmuşlardır. Belki de bir anlamda üretim toplumundan tüketim toplumunun bireyleri olmuşlardır. Bu aslında muhteşem(!) bir dönüşüm sürecidir. Bu dönüşüm sürecinin politik yürütücüsü o dönemde AK Parti olmuştur. 2000'li yılların başında Türkiye'de kırsalda yaşayanların oranı yüzde 67'ler düzeyindeyken bu oran 2012 yılına gelindiğinde yüzde 38'e düşmüştür. Bunun yanı sıra aynı dönemden günümüze kadar AK Parti, küresel kapitalizme farklı biçimler ve düzeyler üzerinden eklemlenen sermaye fraksiyonlarının yani TÜSİAD ve MÜSİAD çatısı altında örgütlenen sermaye kesimlerinin ortak politik programlarının da yöneticisi ve belirleyicisi olmuştur. Buna ülke sermayesinin Ortadoğu bölgesine açılma girişimleri de dahil edebiliriz. Bu anlamda Türkiye’yi bugün geldiğimiz noktada derin çatışmalara sürüklemiş olan Ortadoğu’da güç edinme girişimlerini ülke sermayesinin arayışlarından bağımsız ele alamayız. Elbette Türkiye'nin başarılı olup olmaması çok ayrı, apayrı bir hikaye konusudur..

Benim gibi bu tür konulara meraklı olan ve kafa yoranlarınız aşağıda anlatacaklarımı mutlaka anımsayacaklarıdır;

2008’den itibaren ülkemizdeki kamu ve özel sektör sermaye kesimleri arasında başlayan ve IMF ile yeni bir stand-by anlaşmasının yenilenip yenilenmemesi, Merkez Bankası’nın faiz politikası ve özerkliği meselesi, hatta 2011'deki eğitim sistemine yönelik '4+4+4 sistemi' üzerindeki tartışmalar ile açığa çıkan çatışmalar AK Parti döneminin bugün yürüttüğü, şimdilerde yürütmekte epeyce zorlandığı hatta ülke ekonomisini çöküşe sürükleyen iktisadi politikalarını anlamak açısından çok ama çok önemlidir..

Burada anlaşılması gereken bence 'AK Parti'nin Türkiye’de geniş çaplı bir sermayenin el değiştirmesi sürecini başlatmaya ve işletmeye soyunmuş olmasıdır ama bugüne geldiğimizde bakıldığında ise tüm bunlara fiyasko demek haksız ve gereksiz bir tanımlama olmasa gerek, diye düşünüyorum.' Tüm bunlar küresel kapitalizme ve emperyalist zincire eklemlenmeyle ilgili olarak birbirlerinden farklı çıkarları olan ve bu çıkar farklılıkları 2008'de yaşanan ekonomik kriz ve 'Arap Baharı' süreci sonrasında konjonktürde giderek keskinleşen sermaye fraksiyonlarının varlığı ile mutlaka ilişkili olduğu gerçeğidir aslında ama o günlerin Türkiye’si ile bugünün Türkiye epeyce farklıdır..

Dünyaya bakıldığında ise bu konuda Türkiye ile tıpatıp aynı olmasa da benzer bir süreç yaşayan ve o nedenle önemli bir örnek sayılabilecek bir ülke Brezilya'dır. Orada, Brezilya İşçi Partisi aslında kabaca, işçi sınıfı ve kent yoksullarının sanayi sermayesinin egemenliği altında mobilize edilmeleri ve böylelikle ülkede süregiden finans sermayesinin egemenliğinin kırılması sürecini üstlenen politik bir aktöre dönüşmüştür. Brezilya'daki bu süreç, ,Brezilya sermayesinin Latin Amerika’daki dikkat çekici şekilde artan etkinliği, Brezilya devletinin bu süreci ve dolayısıyla güncellenmiş altemperyalizm rolünü taşıyan aktör haline gelmesi olarak yaşanmıştır. Yani anlatmak istediğim konu; 'küresel kapitalizme, emperyalist zincire eklemlenmenin toplumsal formasyonları esaslı bir şekilde dönüştürdüğü, yeni aktörleri, yeni toplumsal, sınıfsal bloklaşmaları ve bunun sonucunda da farklı ve çatışan politik projeleri ortaya çıkardığı gerçeğidir.' Bu ve buna benzer süreçler dikkatlice analiz edilmediği takdirde, emperyalizmle ilgili analizler ve bu analizlerden çıkan sonuçlar reel politiğin mantığına hapis olur. Bunun politik analizini, siyasal yansımasını ve etkilerini ise şöyle açıklayabiliriz; 'Türkiye’de sol bakış açısı, düşünsel iklim akilleri özellikle son 40-45 yıllık süreçte çoğu zaman 'emperyalizmin içselliğive iktisadi reel gerçeklikler' argümanını öne sürmüştür. Ancak  bu bakış açısının de her zaman hakkını verdiğini söylemek epeyce zordur, aslına bakarsanız olanaksızdır da..

14 Mayıs seçimlerine şunun şurasında beş gün kalmış iken tüm bunları yazmamın sebebi ise epeyce açıktır ama elbette anlayana, algılamasını bilenlere..