‘DÜŞÜNÜRKEN KONUŞAMAMAK YAZARKEN YAZAMAMAK MIDIR?

Benim gibi hemen her gün yazanlarda kimi zamanlarda bazen isteksizlik olur. Hele ki, seçimlere altı gün kalmış iken bu aslında çok vahim bir durumdur?.

Normal koşullarda düşünüp de konuşmak gerekirken konuşmamak ister veya konuşamamak durumu bazen olabilir ve böylesi durumlarda olağan karşılanabilir. Buna paralel olarak da yazarken yazmamak veya yazamamak, yazmak, hatta iş yapmak istemeyebilirsiniz. Böylesi durumlara 'insanın kendine kalması' veyahut da 'insanın kendini dinlemesi' ya da 'insanın kendini beklemesi' diyebilirsiniz ama dedim ya normal koşullarda olağan durumlarda geçerlidir..

Aslına bakarsanız 'düşünüp konuşmamak, kadar yazarken yazamamak da insanın kendisi kadar kıymetlidir!.'

Kimi zaman yazmak konusunda epeyce gönülsüz olabilirsiniz. Yazma, bir şeyler anlatma gerekçeniz kaybolabilir. Harfler, kelimeler sizden aniden uzaklaşır. Issızda kalmış gibi olabilirsiniz. Örneğin ben tam 17 yıldır hiç şiir yazmadım, yazamadım. Yaklaşık 11 yıl önce aniden şiir yazmaya heves ettim. Yazdım, sildim. Sanki o ilham perisi hiç gelemeyecek, hatta yanıma yaklaşmayacak gibi oldu. Vazgeçtim. Sonra Tevfik Fikret'in bu gibi durumlarda söylediği o söz geldi aklıma; 'Beklemek de sanata ve hayata dahildir..'

Vaziyet ve şartlar hasıl olduğunda 'anlam sadece seste aranmaz. Sessizlik de derin anlamlar içerir. Here türlü durum bilenler ve ehil olanlar için hayli okunaklıdır ve de anlamlıdır' aslında..

Yani sizin anlayacağınız; Susmak ile sukut etmek arasında fark olduğunu düşünüyorum. Susmak, dile getirmekten belli bir süre vazgeçmektir. Sukut ise sessizliğe bürünmenin kendisidir. Ormana gittiğimizde, kuş seslerine rağmen, ortamın ne kadar sessiz olduğunu söyleriz ya, işte öyle bir şey!.

Dahası eğer isterseniz (lafın gelişi öyle söylüyorum) aklıma şimdi geliverdi; Cemal Şakar’ın o eşsiz cümlesiyle derdimizi anlatmayı deneyelim: 'Seçilmiş yalnızlık olgunlaştırıcı, içine düşülen yalnızlık ise çürütücüdür.' Sanki böyle bir farktan bahsediyor gibiyim, sizin anlayacağınız...

Sözün özü; Kendimize özgü bir dünya kurmak ile dünyayı kendimizden ibaret sanmak iki zıt noktadır veya zıt kutupların iki ucudur. Bunu da bu anlatmaya çalıştığımız konuya ekleyelim dilerseniz. Yani yalnız kendi çıkarlarını, çıkarımlarını, kazançlarını düşünen, kayıplarının en büyüğünü yaşayabilirler yahut yaşıyor olabilirler. Elbette biz bunu bilemeyiz ama bazen öngörebiliriz.

Demem o ki, seçimlere altı gün kala siyasetin ve siyasetçilerin saçma sapan algı operasyonlarından bıktım usandım yahu..

O nedenle, siyaset dışı hatta siyaset üstü, zihinlere hitap edebileceğini düşündüğüm, düşünsel yaşamımızda gereksiz bir ampul söndürürken sürekli aydınlık sağlayacağını umduğum bir ışığın yanmasına vesile olacak bier  şeyler yazmayı daha uygun buldum, kanaatini kuvvetlice yaşımaktayım..

Çünkü teknolojik gelişmeler baş döndürücü biçimde ilerledikçe modern dünya an be an gelişme gösterdikçe artık yarı zamanlı hayatlar yaşıyoruz. Birçok şey ve şeyler yarımdır, yarım kalmaktadır. Dostluklar, fikirler, ilkeler yürüyüşler gibi..

Çoğu kez hatta genellikle birbirimize yanıtlarını aslında bildiğimiz sorular yöneltiyoruz. Kanımca bu türden sayılabilecek sorular, çoğunlukla iyi niyet taşımamaktadır. Şunu anlatmaya çalışıyorum; Sürekli konuşarak karşımızdaki insanı anlayamayız. Anlamak, susmaktan yapılmış gibidir. İnsanı, zamanı ve mekanı anlamak için galiba susmak gerekiyor. İşitmek ise kolaydır. Önemli olan duymak ve anlamaktır. Yani gerçekten algılamaktır..

Size İlgisiz gibi görünebilecek bir örnek vermek istiyorum: Tarlayı nadasa bıraksak bile toprak beklemez. Hayat toprağın altında ve üstünde topyekun devam eder. Bitkiler, böcekler yaşar yani..

Bu durumda aslında dinlenen tarla değil, biz olmuyor muyuz?.

Bir bakıma anlam, varlığını sürdürmektedir. Hepimiz bir yerlere borçluyuz. Borçtan kurtulmanın iki yolu vardır; 'Bunlar ödemek ya da inkar etmektir. Birincisinde gerçekten kurtulmuş ve huzuru bulmuş hale geliyoruz. İkinci yolu tercih edenler ise bu durumda sadece vefanın uzağına düşmüş gibi olmuyorlar, aslında!. '

Çevremizde, etrafımızda, camiamızda günümüzde daha sık görmeye başladığımız başka bir durum ise öyle tahmin ediyorum ki şöyle gerçekleşmektedir; ‘Bir insanın başarısını en son kendi çevresi kabul ediyor. İşleriniz veya eserleriniz umulmadık adreslerde, oldukça uzak diyarlarda yankı bulabiliyor. Buna karşılık, en yakınınızdaki kimseler garip ve anlaşılmaz tavırlar sergileyebiliyor..’ İ

İşte o yüzden bazen kendime şöyle diyorum; Umarım ve dilerim ki, ben böyle biri değilimdir, olmamalıyım. Yanında olduğum, yakınında yer aldığım insanların değerini anlıyor, kıymetlerini biliyorumdur. Bugünkü yazımızın başlığı  'konuşmamak' ve ‘yazamamak’ üzerine olsa da ben yine de bir şeyler yazmış, anlatmış oluyorum. Yılların alışkanlığı işte, bazen böyle oluyor, bazen de olmuyor. Hayat zaten böyle bir şey değil mi?.