Bugün 7 Mart 2025 Cuma. Geçen pazartesi yani 3 Mart 2025 tarihinde ‘DEVRİM KANUNLARI’ olarak adlandırılan yasaların TBMM’de görüşülerek onaylanıp yürürlüğe girmesinin 101. Yıldönümüydü. Dolayısıyla geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıldönümü vesilesiyle tekrardan tarihçi Sinan Meydan’ın tarihsel belge ve eserlerden derlediği bilgilerden oluşan yazılarından ve İnternet üzerinden konuya ilişkin kaynaklardan derlediğim bilgiler ışığında ‘DEVRİM KANUNLARI’ konulu bir makale oluşturdum. Umarım beğeni ve keyifle okursunuz;
Ulusal Kurtuluş Savaşı Başkomutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış konuşmasında; ‘Cumhuriyet’in bugün de ileride de kesinlikle ve sonuna kadar her türlü saldırılardan korunması maksadıyla’ dinin ve ordunun siyasetten ayrılması gerektiğini ifade etmiş, bu konuşmadan iki gün sonra da 3 Mart 1924’de ‘Devrim Kanunları’ diye adlandırılan yasalar TBMM’de görüşülüp kabul edilerek din ve ordu siyasetten ayrılmıştı.
Bu durum bence ‘laik ve demokratik Cumhuriyet olma yolunda’ atılan ilk büyük adımdır. Laiklik; devletin değiştirilemeyen din kurallarıyla değil, gerektiğinde değiştirilebilen, insan aklının ve tecrübesinin eseri, çağdaş hukuk kurallarıyla yönetilmesi esasına dayandırılmasıdır. Laiklik; aklın ve vicdanın dinsel baskıdan kurtulup özgürleşmesidir. Özgür aklın doğal sonucu ise felsefe, bilim ve sanatın gelişmesidir. Aynı zamanda Laiklik; dinsel dokunulmazlık kazanmış kişilerin egemenliği yerine kayıtsız şartsız millet egemenliğinin esas alınmasıdır.
Çünkü; Demokratik bir devlet için her şeyden önce laiklik esasına dayalı bir cumhuriyete ihtiyaç vardır. ‘Laik Düzen’ ısrarı; çağdaş hukuk, özgür akıl, serbest vicdan, felsefe, bilim, sanat ve demokrasi ısrarıdır. İşte tüm bu nedenlerle büyük önder Atatürk, laik bir cumhuriyet kurmak istemiştir. Ancak dönemin koşulları gereği bunu bir anda gerçekleştirmek olanaksız görünüyordu. 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, henüz ‘LAİK’ ve ‘DEMOKRATİK’ değildi. Kurulan bu yeni ve genç Cumhuriyeti, adım adım ‘laikleştirmek’ ve aynı zamanda ‘demokratikleştirmek’ gerekiyordu. Bu yolda atılan ilk büyük adım, ‘3 Mart 1924 Devrim Kanunlarının’ çıkartılmasıyla ile atılmıştır. Biraz önce de belirttiğim gibi geçen pazartesi yani 3 Mart 2025 tarihi Cumhuriyetimizin laikleşmeye ve demokratikleşmeye başlamasının 101. Yıldönümüdür. 2 Mart 1924’de Siirt Mebusu Halil Hulki Efendi ile 57 arkadaşı, o zaman ‘Şeriye ve Evkaf Vekâleti’ adıyla bilinen ‘Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı’ ile ‘Erkan-ı Harbiye Umumiye Vekâleti’ olarak bilinen ‘Genelkurmay Bakanlığının’ kaldırılması amacıyla Meclis’e bir kanun teklifi sundular. 3 Mart 1924 tarihinde yüce Meclis, Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı ile Genelkurmay Bakanlığı’nı kaldırmıştır. 429 sayılı kanununla kaldırılan Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı’nın yerine, Müslümanların inanç ve ibadet işleriyle ilgilenmek ve din kuruluşlarını yönetmek üzere Başbakanlığa bağlı ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’ kurulmuştur. Diyanet İşleri Başkanı, bundan böyle Başbakan’ın teklifi, Cumhurbaşkanı’nın onayı ile atanacaktı. Ayrıca Başbakanlığa bağlı ‘Vakıflar Genel Müdürlüğü’ kuruldu. Kaldırılan Genelkurmay Bakanlığı’nın yerine de Cumhurbaşkanı’nın vekili olarak, barışta ordunun emir ve komutası ile görevli, en yüksek askerlik makamı olmak üzere Genelkurmay Başkanlığı kurulmuştur. Genelkurmay Başkanı, görev alanıyla ilgili konularda tamamen bağımsız olması öngörülmüştür. 429 sayılı kanunla, ‘DİN’ ve ‘ORDU’ siyasetten tamamen ayrılmıştı. Ancak dinin siyasetten tam olarak ayrılması ve devletin tam olarak laikleşmesi için daha halifeliği kaldırmak, şeri yani dini yasa ve kurallara dayalı mahkemelere son vermek, 1924 Anayasası’nda bulunan ‘Devletin dini İslam’dır’ ile ‘TBMM, dini hükümleri uygular’ gibi maddelerini anayasadan tümüyle çıkarmak gerekiyordu. 3 Mart 1924’de yani aynı gün ‘HİLAFET’ makamı da kaldırılmış, yaklaşık bir ay sonra da ‘şeriat mahkemeleri’ tümüyle kapatılmıştır. 1928 yılında ise ‘Devletin dini İslam dinidir’ ve ‘Meclis dini hükümleri uygular’ gibi laikliğe aykırı maddeler Anayasa’dan tümüyle çıkarılmıştır. ‘Devrim Yasaları’ deyince günümüzde Öğrenim Birliği Yasası’ olarak bilinen ‘Tevhid-i Tedrisat Kanununun’ yürürlüğe sokulması da akla gelir. Aynı gün yani 3 Mart 1924’de Manisa Milletvekili Vasıf Çınar Bey ve 57 arkadaşının teklifiyle TBMM’de ‘Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ görüşülmeye başlanmış ve 430 Numaralı kanun olarak kabul edilmiştir. Bu kanuna göre; Türkiye’deki tüm bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Daha önce Din İşleri Bakanlığı’na bağlı veya özel vakıflarca kurulup yönetilen ‘medrese ve mektepler’ Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı bu kanuna dayalı olarak bakanlık bünyesine devredilen medreseleri de kapatmıştır. Çünkü medreseler yüzyıllardır akla ve bilime kapılarını kapatmıştı. 430 sayılı Öğrenim Birliği yasasının dördüncü maddesine dayalı olarak 1924’te İstanbul Darülfünunu olarak bilinen bugünün İstanbul Üniversitesi bünyesinde bir İlahiyat Fakültesi ile değişik il merkezlerinde bugünün orta öğretim düzeyine denk gelen 29 imam hatip okulu açıldı. Ancak açılan bu İmam-hatip okulları ve İstanbul Üniversitesi bünyesindeki tek İlahiyat Fakültesi 1930’lu yılların ortalarına doğru ‘öğrenci yetersizliği’ gerekçesiyle kapatıldı. Devrim Yasalarının bir başka önemli ayağı ise Halifeliğin kaldırılması yani 431 sayılı kanunun Meclis’te kabul edilerek yürürlüğe girmesidir. Atatürk, saltanatı kaldırırken dönemin koşulları gereği halifeliğe şimdilik kaydıyla dokunmadı. 1 Kasım 1922’de yüce meclis, saltanat ile hilafeti birbirinden ayırıp saltanatı kaldırmıştı. 17 Kasım 1922’de Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin Mehmet, ‘Hayatımı tehlikede hissediyorum!’ diyerek İngilizlere sığınıp ülkeden kaçmıştı. Bunun üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Osmanlı hanedan soyundan Abdülmecit Efendi’yi halife seçmişti. Ancak halifeliğin kaldırılması için Atatürk en uygun ortam bekliyordu. Din ve orduyu siyasetten ayıran, eğitimi laikleştiren kanunların kabul edildiği 3 Mart 1924 günü, Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ile 53 arkadaşı Meclise ‘Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Soyundan Olanların Türkiye Dışına Çıkarılması’ hakkında bir kanun teklifi verdiler. Teklifin gerekçesinde, halifeliğin ‘hükümet’ yani ‘devlet idaresi’ anlamına geldiğini ‘bu sebeple çağdaş bir hükümetin yanında ayrıca bir halifelik makamına gerek olmadığı’ belirtiliyor ve ‘Türk milleti kurtuluşu koruyabilmek için gerçeğe uymaktan başka bir davranışı seçemez’ deniliyordu. Meclis görüşmesinin ardından 3 Mart 1924’te halifelik de kaldırıldı.
431 sayılı kanunla millet egemenliğinin önündeki iki büyük kayıt ve şarttan biri ‘SALTANAT’ diğeri ‘HALFELİK’ idi ve her ikisi de TBMM’de kabul edilen ‘DEVRİM KANUNLARI’ ile kaldırıldılar. Böylece Cumhuriyetin laikleşmesi yolunda çok güçlü ve önemli adımlar atılmış oldu. 1789 yılındaki Fransız ve 1917’deki Rus devrimlerinin aksine 1923’de Cumhuriyet’in kurulmasıyla başlayan Türk Devrimi, Osmanlı hanedan üyelerini sadece sürgün etmekle yetindi. Diğerleri gibi hükümdarları ve aile fertlerinin çoğunu idam edip katletmedi. Cumhuriyetimizin gerici, yobaz, bağnaz kuşatmalarla karşı karşıya olduğu bu günlerde 3 Mart Devrim Yasaları’nın 101. yılını çok büyük bir coşkuyla, çok derin bir farkındalıkla kutlaması gerektiği inancındayım. Ancak bırakın bugünün kutlanmasını, hatırlanmasını dahi gözlemleyemediğini özellikle ve üzüntüyle belirtmek isterim. Türkiye’de ulusal egemenliğin, yurttaşlık bilincinin, ulus devletin, çağdaş hukukun, özgür aklın, pozitif bilimin, sanatsal yaratıcılığın, kadın haklarının, din ve vicdan özgürlüğünün, demokrasinin, uygar yaşamın güvencesi bence laik Cumhuriyettir. O nedenledir ki, Demokratik ve Laik Cumhuriyet’ten vazgeçmek tüm bunlardan vazgeçmek anlamı taşımaktadır.
Yorum yapın