DEMOKRATLAR ELEŞTİREBİLDİĞİNE OY VERİR

Yirmi bir yıllık bu iktidarın toplumu yarardan çok zararı olmuştur, inancındayım. En başta bu toplumun hemen her kesimini yoksullaştırmış, fukaralaştırmıştır..

Buna karşılık Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Beşli Çete’ diye tabir ettiği hepsi bir avuç denilebilecek “OLİGARK” şeklinde adlandırılan bir kesimin mensupları ise sahibi bu millet olan kamu kaynaklarıyla zenginleştirildi. Daha doğru bir ifadeyle, toplumun gelir ve servet dağılımını bozdular. Kamu kaynaklarının kritik noktalara koydukları hortumlarla milletin gelirini ve servetini kendi yandaşlarına peyderpey aktardılar. Daha önce AKP’nin elinde olan İstanbul ve Ankara gibi Büyükşehir belediyelerinde, kast ettiğim sırf bu hortumların kesilmelerinden sağlanan kaynaklarla, iktidarın her türlü baskı, engelleme, kısıtlama ve sınırlamalara rağmen, yaklaşık dört yıldır adeta mucizeler yaratılmaktadır. Yirmi bir yıl boyunca, bunların kibirli tutum ve davranışlarıyla, acayip ve garip yasak ve yasalarla, haksız, adaletsiz ve hukuksuz uygulamalarıyla, türlü eziyet ve baskılarla, edepsiz, küfürbaz ve de öfke/nefret dolu siyaset diliyle, yaşamımızı ve toplumsal kültürümüzü yeniden biçimlendirme uğraşı içine girdiler. Önce demokratikleşme kisvesi altında özgürlüklerimiz sınırlandı ve kısıtlandı. Meşru ve demokratik biçimde hak arayanlar ve isteyenler hainlik ve teröristlikle suçlanır oldu. Bunlar, yavaş yavaş ve aşama aşama yargıya güveni sıfırladılar. Ulusun ortak değerlerini teker teker yok ettiler. Toplumu keskin biçimde kutuplaştırarak birbirine düşman gruplara bölerek düşmanlaştırdılar. İnsanlarımızın birbirlerine karşı yakın geçmişe kadar var olan saygı, sevgi, nezaket, hoşgörü ve terbiyeyi yok edip, silip süpürdüler. En ufak bir eleştiriyi dahi ihanet saydılar, mizahi olarak eleştiride bulunanları dahi sabahın kör karanlığında evlerinden alıp, götürdüler. Zindanlarda çürüttüler. Tartışma ve uzlaşma, demokratik hoşgörü kültürünü adeta öldürdüler. Düşünce ve konuşma dilini düşmanlık üzerine, hainlik, teröristlik, ayrıştırma üzerine yeniden kodladılar. Böylece toplumu yeniden dizayn edip biçimlendirdiler. Elbette hem siyasetin hem de medyanın dili ve davranışları ile topluma empoze edilen bu yozlaşma kültürü daha doğrusu kültürsüzlüğü bütünüyle toplumsal ilişkileri epeyce yozlaştırdı ve bozdu. İnsanlarımız, başta politikacılar olmak üzere, kendilerine yönelik eleştirilere karşı hoşgörülerini yitirdiler, kibirli biçimde kendileri gibi düşünmeyen, konuşmayan insanları düşman gibi görmeyi, ötekileştirmeyi hak ve görev sayar oldu.  Mevcut AKP İktidarı kendisine yönelik eleştirileri, protestoları, yürüyüşleri, mitingleri, gösterileri, açıklamaları, polis gücüyle engellemeye, bastırmaya, yargı gücüyle de acımasızca cezalandırmaya başladı. Onlara muhalefet etmek, eleştirmek iktidar tarafından hainlikle, teröristlikle, itham edilmeye başlayınca ve bu yirmi bir yıllık dönemde toplumda, medyada, siyasette egemen kılınınca herkes bundan ister istemez kaçınılmaz olarak etkilenir oldu. Farkında mısınız bilmem ama toplumun hemen her kesiminde, özellikle de siyasette ve medyanın dilinde, ama daha vahimi, daha korkunç verici olanı hemen hemen herkesin zihninde, belleğinde, en ufak bir eleştiri dahi adeta düşmanlık şeklinde algılanmaya başlandı. Lafı daha fazla uzatmadan özetleyecek olursak, iktidarın topluma dayattığı din soslu biat kültürü, toplumunda on yıllardır var olmaya, yerleştirilmeye çalışılan ‘Demokratik Eleştiri ve Hoşgörü’ kültürünü öldürdü ve insan ilişkilerini toptan bozuverdi. Dünya üzerinde var olan Otoriter ve totaliter rejimlerin hangisine bakarsanız hemen hepsinde biat kültürünün egemen olduğunu görürsünüz. Demokratik rejimlerin egemen olduğu ülkelerde ise toplumda eleştiri kültürü yerleşik olarak mevcuttur. Yukarıda özetlemeye çalıştığım toplumsal erozyon ve onun getirdiği yozlaşma, Türkiye’de yetmiş yılı aşkın bir süredir hüküm süren sağ iktidarların en sonunda eriştiği ‘doruk noktası’ diyebileceğimiz günümüzün otoriter ‘TEK ADAM’ rejiminin marifeti değil midir?.

Gayet çileli geçen ama asla utanma ve ayıplanma boyutunda yaklaşık 35 yıldır hiçbir falsosu ve defosu olmayan, Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu ve gururlu bir yurttaşı, Balıkesirli bir gazetecisi, radyocu ve televizyoncusu olarak bendeniz bugüne kadar tüm zorlama, baskı, tehditlere karşın bugüne kadar asla kabul etmediğim,  O BİAT KÜLTÜRÜNÜN BİR APARATI, AKTİF BİR BİLEŞENİ VEYA ELEMANI, EN AZINDAN YANDAŞI; MENSUBU OLMAYI BİR KEZ DAHA ŞİDDETLE VE KESİNLİKLE REDDEDİYORUM VE SONUNA KADAR, HATTA ÖLENE KDAR DEMOKRATİK HOŞGÖRÜ SINIRLARI İÇİNDE ELEŞTİRİ; TENKİT KÜLTÜRÜNÜ SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİMİ BİR KEZ DAHA HAYKIRIYORUM!..

Elbette eğer iktidar olurlar ise ‘MİLLET İTTİFAKI’ bileşenlerinin her birini, her yöneticisini, başta Balıkesir milletvekili seçilenler olmak üzere tüm milletvekillerini ve eğer Cumhurbaşkanı seçilmeyi başarır ise (ki, umuyor, diliyor ve yürekten destekliyor ve istiyorum) Kemal KILIÇDAROĞLU’nu ve beraberindeki tüm siyasi liderleri, parti genel başkanlarını sonuna kadar, kıyasıya ama hak ettikleri ölçüde, şimdi bunları eleştirdiğim gibi onları da eleştireceğimi  özellikle belirtmek istiyorum..

Çünkü büyük olasılıkla Kemal KILIÇDAROĞLU Cumhurbaşkanı seçilecek ‘ALTILI MASA’ bileşenleri iktidar olacak bizleri onlar yönetecek. Ben de demokratik hakkım olarak onları elbette eleştireceğim. Çünkü demokratlar yani ben ve benim gibiler eleştirebildiğine oy verir!..  

Elbette “Millet İttifakı” içinde yer alan eski AKP’lilerin, örneğin Babacan’ın tarikatları ve örneğin Yeneroğlu’nun Silivri kumpas davalarını savunan görüşlerini, bu görüşlerin simgelerini, örneğin Sadullah Ergin’i aday göstermelerini eleştireceğim...

Elbette CHP’nin sağa kaydığını söyleyecek, Yüksel Taşkın gibi bir Atatürk karşıtını İzmir’de birinci sıra adayı yapmasını eleştireceğim...

Elbette Kılıçdaroğlu’nu, Laik Cumhuriyeti, Atatürk’ü yeterince savunmadığı, 16 Nisan 2017 günü YSK’nin yasadışı, haksız ve hukuksuz kararına karşı yeterince enerjik biçimde direnemediği, oylarımıza sahip çıkamadığı için eleştireceğim...

Çünkü bu yapı benim oyumu da alarak iktidar oluyor!