Siyah önlük beyaz yakalıkla okula gittiğimiz dönemler. Ülkede bir kaos almış başını gidiyor. Şu sağcı bu solcu, şu faşist bu komünist, o dinci bu ateist, o bizden bu sizden. Kardeşi kardeşe vurdurmanın yeni yöntemi görüş ayrılıkları almış başını gidiyor. Amaç nedir, hedef nedir ve kime hizmet ediliyor farkında değiliz. Her gün çatışma, her gün ölüm, her gün zulüm. Geride gözü yaşlı analar ve babalar.

 

Köyden şehre, günde bir gün sefer yapan minibüsün defalarca yolu kesildiğine çocuk yaşlarımda şahit oldum. Arabayı durdurup bildiri dağıtan, slogan atarak tüm yolcuları araçtan indiren ve zorluk çıkaranların tartaklandığı zamanları yaşadım. Şehirlerin merkezlerinde düzenlenen mitinglerde sırf farklı görüşten diye ağızlarından salyalar akıtarak kin ve öfkeyle, küfürler ve tehditler savuran koca koca adamları gördüm.

 

Mitinglerde yumruğunu sıkarak kolunu havaya kaldıranların, acaba sağ kol mu yoksa sol kol mu kalkacaktı diye etrafına bakındığı zamanları gördüm. Sokak aralarında silahlar ellerinde karşıt görüşlüleri kovalayanlar. Şehrin birçok noktasından gelen o vurulmuş, şu yaralanmış haberleri ve susmayan kime ve neden sıkıldığı belli olmayan silah sesleri. Ölenlerin cenazesine ve taziyesine gitmeye korkulan yılları gördüm.

 

1968 tarihlerinde başlayan 12 Eylül 1980 askeri darbeye kadar süren siyasal şiddetten bahsediyorum. Nifak tohumlarını üniversitelerimizden başlattıkları zamanlardan. İlim, irfan yuvası, bilim fabrikası üniversitelerimizi terör yuvasına çevirdikleri zamanlardan. Çocuğumuz okusun, eli ekmek tutsun, cahil kalmasın, eğriyi doğruyu bilsin diye, bin bir zorluklar ve maddi imkansızlar içinde üniversite okuttuğumuz çocuklarımızın beyinlerinin yıkandığı zamanlar. Neye inandığını kime hizmet ettiğini bilmeyen bir gençliğin ortaya çıktığı zamanlar.

 

Darbeyle bitti mi? Sonrası daha büyük bir kaos. Her şey içimize ayrıştırmayı, ötekileştirmeyi, kin ve düşmanlığı sokanların tam da istediği gibi oldu. “Bir sağdan astık bir soldan” diyecek kadar barbar bir yönetim kuruldu. 17 yaşında bir çocuk için “asmayalım da besleyelim mi?” Diyen bir diktatör çıktı. Dar ağaçlarının yanına yetmiyor diye yenileri kuruldu.

 

Yağlı urganları gencecik çocukların boğazına geçirdiler. Kundaktaki çocuklar yetim kaldı. Çocuğum okuyor, büyük adam olacak devletine milletine faydalı olacak beklentisiyle yaşayan analarının ve babaların içine kor ateşler düştü. İşkence odalarından gelen feryatların sesleri yürekleri dağladı. Bir daha haber alınamayanlar, sakat kalanlar ve psikolojik baskıyla intihar edenler. Bu gençlerin hepsi bizimdi, hepsi pırıl pırıldı ve hepsi aydınlık gelecek ümidiyle üniversite okuyordu.

 

O dönemde kime sorsak hepsi vatan ve millet için yapıyoruz diyorlardı. Solcusu da vatan perverdi sağcısı da. Sahi düşman kimdi? Onca katliam gibi yaşanan senaryoları kimler ortaya atmıştı? Peki günümüzde değişen ne oldu? Zihniyet aynı, ötekileştirme aynı, ayrımcılık aynı. O senden bu benden aynı hikâye devam ediyor. Birlik beraberlik içerisinde olamıyoruz. Toplum olarak bir araya gelemiyoruz. Tek gerçek var; Aynı sofradan yemek yedik, Karnı doyan düşman oldu.

Sebahattin Ali'nin mısralarındaki gibi; "Görmek istersen denizi, yukarıya çevir yüzü, deniz gibidir gökyüzü, aldırma gönül aldırma." Mayısta kurulan dar ağaçlarında yağlı urganın ucunda sallanan genç fidanın anısına saygıyla...

Sağlıcakla...

 

 

Saygılarımla

Osman Köse