ÇİÇEK DÜRBÜNÜNDEN SİYASETE BAKIŞ..

Beni bilenler bilir! Bir kez daha kendimi anlatmaya gerek var mı, gerçekten bilemiyorum!.
10 yılı aşkın bir süredir Ekspres, Marmara, Demokrat, Artı Haber ve son olarak yaklaşık dört yıldır da
Birlik gazetelerinde yayımlanan yazılarımı dikkatle okuyanlar şimdi kuracağım cümleyi hemen
anımsayacaklardır; ‘Zaruret hasıl olduğunda’ geçmişte bu sütunlarda yayımlanan bazı yazılarımı
arşivimden alıp güncelleyerek ve çoğu kez özü bozulmayacak biçimde özetleyerek sizlere tekrar
sunduğumu biliyorsunuz. Geçmişte yayımlanan bazı yazılarımı her ne kadar güncelleyerek ve
özetleyerek de olsa yeniden sizlere sunmuş olmakla ‘kendimi tekrarlamadığımı’ düşünüyorum.
Çünkü gazeteci; Yazarın ona ayrılan sütunlarda ‘kendini tekrarlaması’ ünlü İngiliz yazar ve şair Oscar
Wilde’ın deyişiyle bir konuya saplanıp kalan ve o konuyu takıntı haline getirerek kişisel meselesi
yapan, sonrada o meseleyi çözmek amacıyla düşünce üretmekten kaçınıp açıkça üşenen veya yeni bir
şeyler yazmayı beceremeyen bir yazarın ‘sütunlar boş kalmasın’ diye eski yazılarını tekrardan
yayınlaması anlamına gelmektedir..
Oysa ben şimdi yaptığım gibi geçmişte bu sütunlarda yayımlanan bazı yazılarımı ‘zaruret hasıl
olduğu’ gerekçesiyle güncelleyerek ve çoğu kez de özetleyerek sizlere sunmakla kendimi
tekrarlamadığımı düşünüyorum. Çünkü benim ara sıra veya bazen yaptığım aslında kendimi
tekrarlamak değil, ülke gündeminin ve de elbette ki siyaset gündeminin hep aynı konulara ve
dolayısıyla sorunlara takılı kalmasından, toplumun da yoğun biçimde ‘akıl tutulmasının aymazlık
haliyle’ hep aynı şeylerle meşgul bırakılmasından kaynaklanmaktadır. O nedenle ben de çoğu kez hep
aynı konulara ve sorunlara ilişkin bir şeyler yazmak zorunda kalıyor, bırakılıyorum. O nedenle geçen
yıl yine bu sütunlarda yayımlanan bir yazımın güncellenmiş ve özetlenmiş haline en azından gelin bir
göz gezdirin ve eğer beğenirseniz dikkatle okuyun ya da okumayın, kesinlikle ısrar etmiyorum;
“Mevcut siyasal yapıya baktığımızda, ‘Bileşen’ ve ‘Kimlik’ gibi, bildiğimiz siyaset sosyolojisinde yeri
dahi bulunmayan bir olguyla karşılaşıyoruz. Sözgelimi; Adam gayet rahat ‘biz bir bileşeniz’ diye
konuşabiliyor ya da bir parti lideri ‘farklı kimlikleri’ parti saflarına katmakla övünebiliyor. Bütün
siyasi partiler farklı kimliklere yönelerek kendi kimliklerinden adeta feragat ediyorlar ve çeşitli
‘bileşenlerden’ yeniden oluşmaya başlıyorlar. Aslında bu durumun siyasal alanda bir anlamda
‘bileşik kaplar etkisi’ yarattığını ve genel bir eğilim yani trend olarak bütün siyasi partiler birbirine
benzemeye başlığını dolayısıyla her partinin içinde, aslında başka bir partide olması gereken
bileşenlerin ve kimliklerin yer almaya başladığını söylemek gerekiyor. Bu bağlamda, siyasal
kimliklerin siyasal parti programların önüne geçtiğini ve esas belirleyenin farklı siyasal kimlikleri
taşıyan popüler kimlik taşıyanlar olduğunu görebiliyoruz. Bu durumda belirli kimliklere sahip
özneler o partiden bu partiye sıçrayarak paraşütle parti yönetimlerine geliyor, aday oluyor,
dolayısıyla siyaset alanında muazzam bir kimlik, özne ve bileşen hareketliliği yaşanıyor.” Bu tespitin
hemen ardından kaygan zemindeki ülke siyasetinin herkesin yani her görüşten ve her kesimden
insanın içinde yer aldığı ‘siyaseten rengarenk bir çiçek bahçesine dönüştüğünü’ belirtmiştim. Sizlere
aktarmak istediğim konu aslında şudur; Ülkemizdeki siyaset düzeninin adına eskiden ‘Kaleydoskop’
denilen çiçek dürbününe nasıl dönüştüğünü, daha doğrusu nasıl dönüştürüldüğünü sebepleri ve
gerekçeleriyle öncelikle bilmek gerekiyor. O yüzden anlatmaya devam ediyorum, sizlerde okumaya
devam edin lütfen! “Türkiye’deki siyaset düzeninin bir çiçek dürbünü haline gelmesinin başlıca
sebeplerinin başında, emperyalizmin stratejik bölgelerdeki güçlü ulus devletleri etnik ve mezhep
kimliklerine bölerek zayıflatma taktiği gelmektedir. Yıllardır 12 Eylül 1980 darbesinin yarattığı
siyasal tahribatın bir türlü aşılamaması, yüzde 10’luk seçim barajından kaynaklanan siyasal nüfuzun
maddi çıkarlarla elde edildiği ‘Kliental sistem’ yani Amerikan tarzı seçim kampanyalarının kafa
karıştırıcı, aptallaştırıcı etkisi, sendikaların iktidarların uzantısı haline getirilmesi, her şeyi normal
gösteren medya faktörü ve iletişim zorlukları ‘neo-liberal’ iktisat politikalarının orta sınıfta
yarattığı ‘şahane hayat yanılsamaları’ ile daha pek çok sebeple etken sayılabilir ve de tartışılabilir..
Bu noktada bir kötü, bir de iyi haber verebiliriz. Kötü olan haber şudur; Bu çarpık siyasal düzen asla
sürdürülebilir değildir. Devlet’in içine girdiği ideolojik bunalım, bölgesel savaşlar ve iktisadi krizle

birleştiğinde, ya iç savaşa ya da sopayla gerçekleştirilecek bir ‘Restorasyon’ döneminin yolunu
açabilir. İyi haber ise şudur; Sosyalist, yani kapalı sistemin baskısından kurtulan emperyalist veya
kapitalist sistem, sadece iktisadi değil aynı zamanda ideolojik ve kültürel hatta insani olan kendi
yaşadığı krizlerinde, dönüşü çok zor olan bir noktaya gelmiştir. Bu durumun, Türkiye dahil dünyanın
her yerinde farklı kimliklerin ve bileşenlerin zaman içinde sınıfsal olarak ayrışmasına yol
açacağından dolayı eğer bizlerde o türde bir düzenden yana isek, bizim açımızdan sonuç kesin ve
olumlu sayılabilir. Ama her iki durum da farklı örgütlenme ve stratejiler gerektirmektedir.
Bunlardan birincisi, cephe siyasetini, ikincisi ise öncü parti ve sınıf siyasetini benimsemeyi ve
uygulamayı gerektirmektedir. “