Evet, vardır ama aptallar, adı üstünde aptal oldukları için anlatsan da anlamazlar! Üstelik ona aptal dediğin için sana düşman olur hatta elinde gücü kudreti var ise sana etmedikleri kötülük kalmaz. Benden söylemesi…

O yüzden bugün yazım başlığından da anlaşılacağı üzere aptallara dönük, aptallara yönelik bir yazı kesinlikle değildir. Bugünkü yazım aslında orijinal yani özgün bir yazı da değildir. Neredeyse bir yıla yakın bir zamandır, yani uzunca bir süredir bir gazetede haftada bir gün de olsa yazmaya başlayan usta sanatçı Müjdat Gezen’in arkadaşı, eski Bakan ve milletvekillerinden Tınaz Titiz’in kaleme aldığı ve ona gönderdiği “Aptallığın Teorisi” başlıklı yazının geniş özet şeklinde alıntılanmış halidir. Ben okudum çok keyif ve feyz aldım. Umarım sizlerde beğenir, keyifle okursunuz; “Almanya tarihinin en karanlık döneminden geçiyordu. Masum insanların dükkânları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar zalimce sokak ortasında aşağılanıyordu. Genç bir teolog olan Dietrich Bonhoeffer bu zalimliğe yüksek sesle itiraz etti ve bu sebeple hapse atıldı. Hapisteyken papaz bu konu üzerine uzun uzun düşündü. Sayısız filozof, şair, fikir adamı ve bilim adamı çıkaran bu kültür, nasıl organize kötülüğün, zalimliğin, korkaklığın, cehaletin ve suçun merkezi haline gelmişti? Bonhoeffer, “Sorunun kökeninde kötülük değil, aptallık yatıyor” dedi. Hapisteyken yazdığı mektuplarda aptallığın yarattığı kötülüğün diğer tüm kötülüklerden daha tehlikeli olduğunu fark etti. Kötülüğü protesto edebilirdiniz, karşı argümanlar ile kötülükle mücadele etmeniz mümkündü. Oysa organize olmuş ahmaklar sürüsüne karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu. Ne protestolar ne zorlama onlara etki ediyordu. Mantıklı gerekçeler sunduğunuzda önce reddederler, reddedemeyecek hale geldiklerinde ise önemsizleştirirler. Aptal insanlar hallerinden memnundur fakat saldırıya da hazır haldedirler. Saldırıya geçtiklerinde kötü insanlardan çok daha tehlikelidirler. Bonhoeffer, aptallıkla mücadele edebilmek için önce onun doğasını anlamaya çalıştı: Aptallık bir zekâ problemi değildi, ahlaki bir problemdi. Entelektüel birikimi olduğu halde aptal olan insanlar vardı. İlk etapta aptallığın doğuştan gelen bir maraz olduğu düşünülür, fakat bu da yanlıştı. İnsanlar belli şartlar altında aptallaşıyorlardı, daha doğrusu başkalarının kendilerini aptallaştırmasına müsaade ediyorlardı. Aslında yalnız insanlarda bu maraz daha az görülüyordu. Buradan yola çıkarak aptallığın psikolojik değil, sosyolojik bir problem olduğu sonucuna vardı. Güçlerin birisinde toplanması arzusuna politik ve dini hareketlerde çok rastlanırdı. Aptallık hastalığının bulaştığı yerler, böylesi gruplardı. Ahmaklar ve diktatörler arasında muazzam bir korelasyon vardı, ikisi de birbirine ihtiyaç duyuyordu. İnsanların ahlaki ve entelektüel birikimleri bir anda yok olmuyordu. Diktatör, gücünü artırdıkça aptallar o gücün büyüsüne kapılıyor ve bağımsız düşünme yetisini ele geçiriyordu. Otonom biçimde hareket ediyorlardı. Gözüne sokulan gerçekleri inatçı bicimde reddediyorlardı. Onlarla konuştuğunuzda bir insanla değil, sloganlarla konuşan bir robotla konuştuğunuz hissiyatına kapılıyordunuz. Büyülenmiş gibiydiler, kötülük yaptıklarının farkında değillerdi. Ne yaptıklarının farkında bile değillerdi, kullanıldıklarını ve kötülük yaptıklarını onlara anlatarak bir yere varamıyordunuz. Onları bu katatonik uykudan çıkarmanın tek yolu bağımsız-özgür olmalarını sağlamaktı. 9 Nisan 1945 günü sabaha karşı Bonhoeffer’i bir toplama kampının darağacına asarak öldürdüler. Ölümünden iki hafta sonra o kamp, ABD askerleri tarafından ele geçirilerek kapatıldı. Bonhoeffer; “Yaptığımız her şeyden bizler sorumluyuz” diyordu yazılarında...”

31 Mart Yerel seçimlerine tam 10 gün kala, bilhassa siyasetçi takımına ve de medya mensuplarına(!) ‘kulaklara küpe olması’ dileği ve umuduyla yaklaşık bir yıl sonra yeniden bu yazımı sizlerle yeniden paylaşmak istedim..