Yaklaşık on dört yıldan beri her yıl olmasa da iki üç yılda bir yine aynı başlıkla ama başka gazetelerde yayımlanan benzer başlık ve içerikteki yazılarımda, bir vesileyle yine zaruret hasıl olduğundan şu görüşlerimi ifade etmeye çalışıyorum; Lise yıllarında, Edebiyat öğretmenimiz (toprağı bol olsun) Fevzi Şen hocamız vardı. Müfredatta olmayan, Türk ve dünya klasiklerinden, önemli yapıtların, ‘bizleri okumaya yöneltsin’ amacıyla özetlerini anlatır, eğer dikkatle, onu dinlemediğimizi fark ederse, ‘anlayanlar, anlamayanlara anlatsın’ deyip, lafını bitirirdi. Benim gibi, edebiyata meraklı, birkaç kişi dışında, sınıftaki çoğunluk, Fevzi Şen hocanın özetleyerek anlattığı, ünlü edebiyat eserlerini, gidip kütüphaneden arayıp, bulmak ve okuyup, özetleyerek, ödevlerini hazırlamak zorunda kalırlardı. 2011 yılı mayıs ayından bu yana DOBRA DOBRA adını taşıyan bu sütunlarda, şu ana kadar dört farklı gazetede, yaklaşık 14 yıldan beri pazar günleri hariç her gün, sektirmeden yazıyorum. Çoğunuz biliyorsunuz, ben aslında, on dört, on beş yıllık gazeteci ve yazar falan değilim. 1988 yılı Ekim ayından bu yana 36 yılı aşkın bir süreyi kapsayan meslek geçmişim ve birikim ve deneyimim mevcut. Bu yaklaşık 37 yılın, 16 yıla yakını ‘radyo ve televizyon gazeteciliği’ şeklinde geçtiğinden, kimileri beni ‘radyocu ve televizyoncu’ olarak tanıyor ve biliyor. Yazılı basın geçmişimi, yani gazeteciliğimin o tarafını ya unutuyor ya da bilmiyor veya bilmek istemiyor!

Neyse, daha fazla uzatmadan lafı şuraya getirmek istiyorum; ‘DOBRA DOBRA adını taşıyan köşemde yazdıklarımda, bilmem farkında mısınız hep yaşadığımız hayata dair bir şeyler anlatmaya çalışıyor, tespitler, analizler yapıyorum, değerlendirmelerde bulunuyorum. Çeşitli konulara ve olaylara ilişkin yorumlar/öngörüler ortaya koyuyorum. Bunları yaparken de daha doğrusu yazdıklarımı okurken de özellikle ima yoluyla, dolaylı biçimde ve ironi yaparak, bazen üstü kapalı, bazen de adrese teslim yazılar yazıyorum. Algısı ve anlayışı dar kapsamda yani ‘KIT’ olan bazıları yazdıklarımda asıl anlatmak istediklerimi, hemen algılayıp ve kavrayıp anlayamıyorlar, ya da geç anlıyorlar. O zamanlarda, bana da tıpkı 43-44 yıl önce merhum Fevzi hocamın dediği gibi ‘anlayanlar anlamayanlara anlatsın’ demek düşüyor. Başka ne yapayım yani, tarzımı mı değiştireyim, yazı yazmayı mı bırakayım, Allah aşkına!..

Bir Latin atasözünde belirtildiği gibi; ‘Hayatta iki şeyden çok nefret ederim’ demiş düşünürlerden biri; ‘Ya yanlış anlaşılmaktan ya da hiç anlaşılamamaktan!’

O Latin atasözünde, o düşünürün söylediği o söze karşılık, ben de yıllardır, hep şunu söylerim; ‘İnsan; üstelik benim konumumda ise kesinlikle anlaşılır olmak zorundadır. Yanlış anlaşılacağım, ya da hiç anlaşılmayacağım, diye tedirgin olurlarsa, yazınsal (edebi) olarak üreticilikleri, yaratıcılıkları, kısıtlı kalır veya zamanla körelir, yok olur gider. O halde, ben anlaşılır olmak zorundayım ve öyle olduğumu düşünüyorum. Beni anlamayanların ise, benim yazarak anlattıklarımı gerçekten anlamamakla ilgili sorunları, eğer gerçekten varsa, o sorunun kendilerinden kaynaklandığını, algı ve anlayış sorunu yaşadıklarını söylerim, daima, zorunlu olarak…’

Bu tespiti yapmamdaki ana anlayış, taşıdığım özgüven, yıllardır sağladığım birikim ve deneyimlerden kaynaklanmaktadır. Gazetecilik; “yıllardan beri, tüm dünyada, içinde yaşadığımız ve bir parçası olduğumuz toplumun, bir adım önünde gitmek, gerektiğinde, o topluma, taşıdığımız kültürel birikim ve deneyimler ölçüsünde, dürüstçe, samimiyetle doğru biçimde ve hakkaniyetle yön vermeye, yol göstermeye çalışmak olmalıdır. Aksi halde, yani popülist davranarak, eyyamcılık yaparak, toplumda sadece favori, varlıklı ve güçlü olanların sesi, dolayısıyla yalakası olmak, menfaat uğruna yandaş davranmak asla gerçekten gazeteci olmak değildir, olamaz da. Öyle davranarak, onların yani birilerinin istediği gibi gazeteci olunursa, onun adına gazeteci asla denilmez, denemez!’

Bu kadar, kafa patlatarak, yazımın başından beri anlattıklarımı, yine de eğer anlamayanlar varsa eğer onlara söyleyecek tek lafım olabilir; ‘Valla, ben gayet iyi anlaşılır, olduğumu düşünüyorum. Ortada varsa bir kusur, kesinlikle bende kaynaklanmamaktadır. Anlamamaktan ve algılayamamaktan kaynaklandığını düşündüğüm nevi şahsına münhasır hususi kerametler(!) sanırım ben de değil onlarda mevcuttur!..’

Daha fazla uzatmadan sözün özüne gelirsek; Yazdıklarımı dikkatli okuyanların, yazdıklarımı anlamakta ‘algı ve anlayış sorunu’ asla yaşamayacaklarını düşünüyorum, hatta öyle olduğundan kesinlikle eminim. O halde, ‘anlayanlar, anlamayanlara anlatsın!’ demekten başka söyleyecek pek fazla bir şey kalmamıştır, yoktur, kanaatindeyim. O nedenle kalın sağlıcakla…