AKIL VE AYDINLANMA ÇAĞINA GİREMEMİŞ TOPLUMLARDA ZİHİNSEL KORKU DEHŞETİ YAŞANIR..

Akıl aydınlanma çağına girememiş toplumlarda siyasetçi, din adamı ve halk üçgeninde tarih boyunca sistem şöyle işlemektedir; 1789 yılında Fransa Büyük İhtilali’nden önce ülkede üç sınıf vardı: Soylular, Ruhban ve halk sınıfları. Fransız İhtilali, soylu ve ruhban sınıflarına karşı üçüncü sınıfı, yani çoğu kırsalda yaşayan halkla birlikte kentlerde kasabalarda yaşayanları bütün anlamında ulus yapmıştır. Demokrasinin yolunu sadece Fransa’da değil, bütün dünyada üçüncü sınıf yani bütün uluslar açmıştır. Tarihsel süreç içerisinde özellikle sanayi devrimini kültür devrimleriyle birlikte yaşayan toplumlarda Eli kırbaçlı rahipler veya din adamları sınıfına şatolarında, konaklarında veya saraylarında yan gelip yatan soylu sınıfa veya siyasetçilere haddini bildirdi. Böylece Hıristiyan dünyasında Akıl Çağı, Aydınlanma Dönemi böyle başlamış oldu. Başladı ama Akıl ve Aydınlanma çağına giremeyen özellikle güney Amerika’daki Latin toplumlarıyla Müslüman ülkelerde cahil ve çaresiz bırakılmış toplumlarda düzen eskisi gibi devam etmektedir. Şimdi dilerseniz konunun birazda felsefesini irdeleyip anlatalım; Bir varlığın, bir maymun türünün insana dönüşmesi trajik bir olaydır. Çünkü yaşanan doğa korkusundan çok daha büyük bir korku olan “zihinsel korku” dehşeti vardır. İçinde bulunduğu ekolojik durum; gece-gündüz, soğuk-sıcak, yağmur, rüzgâr, ay ve güneş, mevsimler, yaşlanma, doğum, ölüm ve en korkuncu düşler yani rüyalardır. Bir başka dünyadır, ruhlar dünyası..

Rüyalar yani düşler bugün için de insanlar için çok ciddi bir olgudur. Bu nedenle rüya yorumculuğu kimi zamanlarda geçmişte adeta bir meslek olmuştur. Hz. Yusuf gibi bir de rüya yorumcusu peygamber bile vardır. Kimi toplum bilimcilere göre; Tanrı da dinler de insan icadıdır. Doğa ve olaylarının yarattığı korkuya karşı bir tür savunma yorganıdır, dahası mucize yaratması beklenen adeta bir afyondur. Yine kimi toplum bilimcilere göre rivayet odur ki; İnsan ve toplumu, böyle bir yaşamsal gereksinim duysun da yeri geldiğinde yani iş bölümü yapıldığında Tanrı ve din işleriyle özellikle ilgilenecek bir meslek icat olmasın olur mu? Böyle bir meslek icat olsun da kutsallaşıp çok özel ve ruhani bir otorite ve iktidara sahip olmasın olur mu? Kuşkusuz oldu, hem de de göksel yani tanrısal ve dinsel ve uhrevi gücün temsilcileri oluştu. Bize de o sözü edilen olguları tanımlamak kaldı.

Tüm bu anlatmaya çalıştıklarımın ışığında kanaatim odur ki; Vahiy ve Nüzul’e daha doğru bir deyişle nazil olmaya yani kutsal kitapların Tanrı tarafından indirilmesine inananlara saygı duymakla birlikte Tanrı ve din olgusuna kuşkusuz evrim açısından rasyonalist ve pozitivist akılla bakmak ve öyle irdelemek gerektiğine inanıyorum. Aksi düşüncede olanlara da saygı duyarım ama benim burada ifade etmeye çalıştıklarım pozitif bilimin akıl ve dolayısıyla felsefenin ürünü fikir özgürlüğü kapsamında bakılması ve değerlendirilmesi gereken bir durum tespitinden ibaret söylemlerdir. Geçenlerde bir yerde okudum; Nikola Tesla bakın ne demiş: “Kiliseye paratoner takıldığında din ve bilim tartışması sona ermiştir.” Bu tespit elbette doğrudur ve de gerçeğin ta kendisidir. Yıldırıma karşı tanrının evi kabul edilen yerin bilim ve teknoloji tarafından koruması başka ne anlama gelir ki!.

Bilenleriniz bilir, bilmeyenleriniz için anımsatayım; Camileri de paratoner korur. Bana tam da şimdi geldik zurnanın zırt dediği yere: Siyasal iktidarlar da dinsel iktidarlar da yumurtadan çıkmadı. Toplumsal işbölümü gerekliliğinden çıkmıştır. Şöyle ki; Devletler dünyevi iktidarları temsil eder. Dinler ise semavi iktidarları temsil ederler. Bu iki iktidar arasında Hıristiyanlık dünyasında tarih boyunca büyük çatışmalar olmuştur. Vatikan’daki papalık krallara taç giydirme hakkını, tacı kendi eliyle başına koyan Napolyon Bonapart’a kadar elinde tutmuştur. Ama daha önce, şimdi adını hatırlamadığım bir kral, kendini bağışlatmak için Vatikan’a yani Roma’ya Avrupa’nın göbeğinden, dizleri üzerinde yürümek zorunda kalmıştır. Kısacası, bütün dinlerin din adamları devletin ve soylu sınıf ile burjuvazinin iktidarları için hizmetkarı olmuşlar ve halkı birlikte ezmişlerdir. Bunların dışında, sadece, Güney Amerika’da ‘Kurtuluş Teolojisi’ adı verilen harekete mensup Katolik Kilisesi papazları yoksul halkı korumuş ve karşılığında iktidarı elinde tutan egemenlerin şiddetine maruz kalmışlardır. İslam dünyasına gelince; Güvenilirliğine inandığım tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin oluşturduğu yapıtlara bakıldığında İslam dünyasında ilk komün hareketi olan Karmati isyanları yani bana göre haklı sebeplere dayanan zenci kölelerin isyanı olan “Zenc Ayaklanması” devlet tarafından ezilmiştir. Osmanlı’da başta Şeyh Bedreddin hareketi olmak üzere halktan yana bütün dini isyanlar da devlet tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Padişahlar istedikleri fetvayı şeyhülislamdan kolayca almışlardır. Bu türden örnekleri çoğaltmak mümkündür. Günümüzde ise Diyanet İşleri Başkanlığı açlık, sefalet, işsizlik, doğal afetler konusunda halktan yana hemen hiç ağzını açmamış, halkı kadere boyun eğmeye davet etmiştir! Diyanet İşleri Başkanlığı, yakın geçmişten bugüne ve de halen tarikatlar ve cami, sağcı iktidarların emrinde halkın ezilmesine katkıda bulunmuşlardır. Gerçek ne yazık ki budur, başka bir şey kesinlikle değildir!.