KİM NE DERSE DESİN, NE SÖYLERSE SÖYLESİN!.

Evet, bu saatten sonra ‘kim ne derse desin, ne söylerse söylesin’ durum ortadadır, akıllıca düşünülebilirse, denklem son derece basittir, çözüm kolaydır, nettir ve basittir!.

‘Sen neden bahsediyorsun, ne anlatıyorsun?’ Diye soracaksınız elbette, hemen yanıtlayayım o zaman..

Cumhurbaşkanı ikinci tur seçimine iki gün kala aslına bakarsanız, sözün bittiği yerdeyiz. Siyasetçiler dahil hiç kimsenin bu saatten sonra söyleyecek bir sözü kaldığını sanmıyorum, zaten kimsede de söz söyleyecek takatte kalmadı aslında..

Bu ülke insanı, yani siyasetçisinden, sade vatandaşına kadar son bir buçuk aydır, seçim süreci içinde kutuplaşmanın, daha doğrusu kutuplaştırılmanın, hatta bölünmenin, zihinsel parçalanmanın, daniskasını yaşadı adeta!..

Yalan mı söylüyorum Allah aşkına!..

‘Birileri koltuk sahibi, makam sahibi olacak’ diye adeta herkes birbirine düşman kesildi, beş yüz, bin liralık menfaat uğruna söylenmedik yalanları, atılmadık iftiraları kalmadı, insanlarımızın birbirlerine..

Aynı gemide bulunduğumuzu unuturcasına, siyasetçilerimiz bu durumdan nemalanmak, fırsat elde etme uğruna, o geminin batmasına katkı sağlamaları amacıyla bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek bu toplumun bireylerini birbirine düşürüp, geminin su almasına ve dolayısıyla ‘asla batmaz’ denilen ‘TİTANİK’ gibi bir an önce batmasına zemin oluşturmadılar mı?..

O yüzden lafı daha fazla uzatmadan bir kez daha belirtmek isterim ki; Geçen gün yazdığım, anlattığım gibi, ben şahsen 28 Mayıs ikinci tur seçiminin sonucunun ne olacağını, Erdoğan’ın mı, Kılıçdaroğlu’nun mu, kazanacağını zerre kadar düşünmüyor, kafaya takmıyorum artık!.

Benim asıl merak ettiğim, hatta endişelendiğim konu, 29 Mayıs ve sonrası süreçte ne olacağı, ülkemiz ne hale geleceği, daha beterinin nasıl ve ne şekilde olacağıdır!.

Tüm bu yazdıklarım, dolayısıyla anlattıklarım çerçevesinde, iki şeyi daha belirterek yazımı bugünlük, yani seçime dair sonlandırmak istiyorum. Birincisi şudur; Birkaç gün önce, 30 yılı aşkın bir süredir tanıştığım eski bir arkadaşım bana “Kime neyi anlatıyorsun yahu, yazdın yazdın da, kim ne anladı sanki, eski tas eski hamam, gördük işte 14 Mayıs’ta çıkan neticeyi!” dedi ve ekledi; “Boş ver bunları, gel seninle eski günleri anlatalım, geçmişi yad edelim, hafta sonu al yengeyi gel bizim köye, mangal yaparız, bana ne seçimden, sana ne seçimden! Sana, bana ne faydası olacak ki seçimin! Sen, yıllardır demiyor musun yahu ‘filler tepişir, çimenler ezilir’ diye aynen o hesap!.”

‘Valla arkadaşım haklı galiba’ diye düşünmeye başladım ama bizdeki yurttaşlık bilinci ve sorumluluğu ve meslek hastalığı. Ne demek o demeyin ‘meslek hastalığı’ derken şunu kast ediyorum; Bizim meslekte yani gazetecilikte ‘TEKİL’ düşünüp öyle hareket edemezsin, ‘BÜTÜNCÜL’ olmak zorundasın. Yani bir bakıma mesleğin etik kuralları içinde insaflı ve vicdanlı olarak hakkaniyet ölçülerinde olmak ve ‘TOPLUM YARARINA’ davranmak zorundayız biz gazeteciler!.

O yüzden huylu huyundan vazgeçmez misali ben deniz böyle olmaktan, böyle davranmaktan bir türlü vazgeçemiyorum. Onca tehdide, göz korkutmaya, horlanmaya, dışlanmaya, saygısızlığa, sataşmaya rağmen!..

İkinci olarak belirtmek istediğim istediği konu, daha doğrusu öngörüm şudur; 28 Mayıs akşamı kimin kazacağını net biçimde bilemem ama kim kazanırsa kazansın, çok az farkla kazanacaktır, diğeri çok az farkla kaybedecektir ve bu ülkede değişen hiçbir şey olmayacağı gibi, korkarım, her şey çok daha kötüye gidecektir. Bu ülkenin geleceğinin aydınlanması, umutların yeniden yeşermesi çok ama çok zaman alacaktır, maalesef!..