Yorgunluk sorunu günümüzde giderek yaygınlaşan temel bir sağlık sorunu olma yolunda ilerlemektedir kanısındayım. Yorgun düşen tarafımızın bedenimiz mi ruhumuz mu olduğu çoğu zaman net ve açık değilse bile yorgunluğun hayatlarımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmeye başladığına kesinlikle inanıyorum. En azından ben öyle hissediyor, öyle düşünüyorum. Bir taraftan gittikçe hızlı yaşanmaya başlayan hayat temposu, karmaşıklaşan ve de epeyce ikircikli hale gelen ilişkiler ve yaşam tarzı değişimleri, dozunu giderek arttıran stres, uykusuzluk sorunsalı, beslenme yanlışları, hareketsizlik nedeniyle hantallaşan bedenlerimiz bizi yorarken, diğer taraftan geçmişteki pişmanlıklar, gelecekteki belirsizliklerin yarattığı kaygılar, bazen savaş, bazen deprem, bazen de ekonomiden kaynaklanan korkular, kaygılar doğal olarak ruhlarımızı da yormaya başladı elbette!..

 Diğer taraftan kronik hastalıkların, tansiyonlarımızdaki, şekerlerimizdeki, kilolarımızdaki, kalp ritmimizdeki dalgalanmaların, vitamin ve minerallerimizdeki azalmaların eksilmelerin de bizleri yorduğunu, yorabileceğini çok iyi bilmekteyiz. Ama yine de bilmeliyiz ki yorgunluk her zaman yukarıda saydığım masum nedenlerden kaynaklanmayabiliyor. Kendisi bir hastalık olmasa da önemli bazı hastalıkların (üstelik uzunca bir süre) ilk ve tek işareti de olabiliyor. Bazen bir kalp, akciğer, karaciğer ya da böbrek yetmezliği, bazen sinsi bir kanser, bazen de gizli bir tiroit ya da böbrek üstü tembelliği de başlangıçta kendisini, bizi yorarak ifade etmeye çalışabiliyor. İşte bu nedenle 2-3 haftayı geçen inatçı yorgunlukları ciddiye almamızda, nedenlerini araştırıp çaresini aramamızda fayda vardır, diye düşünüyorum. Uzmanların bu konudaki açıklamalarına göre, yorgunluk her zaman hastalıklardan, eksikliklerden ya da fazlalıklardan kaynaklanmamaktadır. Güncel yaşamdaki basit hatalar da bizi yorgun düşürebilir. Örneğin; SUSUZLUK: Eğer yeteri kadar su içmezseniz bedeniniz kısa sürede mutlaka yorgun düşecektir.

AÇLIK: Gıda tüketiminin aksaması, açlığın uzaması kan şekerinin düşmesine ve yorgunluğun tetiklenmesine yol açar. OBURLUK: Özellikle fazla kilolu, göbekli, insülin direnci olan biriyseniz bir oturuşta çok fazla yemeği bir çırpıda yiyebilmek, bir öğünde alınan toplam kalori miktarını oldukça abartmak, öğünlerde “şeker, un, nişasta” fazlaca yüklenmek de yemek sonrası yorgunluklara, bitkinliklere yol açabilir. AŞIRI EGZERSİZ: Ya da bunun tam karşıtı hareketsizlikten kaynaklanan HANTALLIK; İyi planlanmamış düzensiz ve ağır egzersizlerin yorgunluk ve ağrılara yol açabileceğini hepimiz çok iyi biliriz aslında. Hantallığın bir bakıma uzantısı olan TEMBELLİK: Abartılmış bedensel aktiviteler bizi nasıl yoruyorsa gereğinden fazla hareketsizlik ve tembellik de yorgunluk hissini tetikleyebiliyor. UYKUSUZLUK: Çoğu zaman gözden kaçan önemli bir yorgunluk nedeni de uykunun süresi ya da kalitesindeki eksikliklerdir.

KULLANILAN İLAÇLAR: Bazı ilaçların özellikle de antidepresanların, antihistaminiklerin, bazı tansiyon ilaçlarının, idrar söktürücülerin de yorgunluk yapabileceği aklımızda olmalı. O yüzden bu türden ilaçları doktor tavsiyesi olmadan gelişi güzel asla kullanmamalıyız.  Ülkemizde özellikle son birkaç aydır önceki zaman dilimlerine oranla üst solunum yolu enfeksiyonlarında ciddi bir artışın olduğu kesin olarak bilinmektedir. Bunda ağırlaşan kış koşullarından ziyade yeni yıl programları nedeniyle artan seyahatlerin, alışveriş merkezleri ve başka kalabalık ortamlarda birlikte olma sıklığında ve yoğunluğundaki artışının öncelikli ve önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır. Görünen o ki özellikle nezle/soğuk algınlığı, grip/inflüenza, RSV gibi viral enfeksiyonlarda beklenenden daha fazla hatta ciddi bir artış gözlemlenmektedir. Kanaatim odur ki, bunun nedenleri de önceki yıllardan pek farklı değildir. Bağışıklık sisteminin zayıflaması, maske kullanımının azalması, sosyal mesafe kurallarının gevşemesi, muhakkak ki yine öncelikli nedenler arasındadır. O yüzden tedbirli olmamızda tedbirli olmayı bırakmamamızda fayda vardır. Düzenli ve yeterli C vitamini rezervine sahip olanlarda bağışıklığın daha güçlü ve daha dirençli olduğu kesindir. Diğer taraftan çinkonun, özellikle çinko asetat pastillerinin virüslere karşı bağışıklığı güçlendirmede işe yarayabileceğini gösteren güçlü kanıtlar var. Ama unutmayalım ki demir, magnezyum gibi minerallerden; D, B12, folik asit gibi vitaminlerden fakir bir beden de mikroplara karşı yeterince kesinlikle direnemez. Besinlerle her gün düzenli olarak demir kazanmak ve bedenimizdeki demir rezervlerini makul seviyelerde tutmak zorundayız. Ve bu zorunluluk sağlıklı bir yaşamın köşe taşlarından biridir. Çünkü demir olmadan alyuvarlarımız hücre, doku ve organlarımıza oksijeni taşıyamıyor, hücrelerimiz enerji üretemiyor. Neredeyse 100’den fazla enzim demir rezervleri yetersizse görevlerini yapamıyor. Demirden fakir bir beyin ne yeni şeyler öğrenebiliyor ne de eski bildiklerini yeterince hatırlayabiliyor. Yeteri kadar demir olmadığında bağ dokusunun hatta kemiklerin, kasların yapısı altüst oluyor. Demir rezervlerimiz azaldıkça saçlarımız dökülüyor, tırnaklarımız kırılıyor, dilimizde, ağzımızda yaralar çıkıyor. Sağlığımız konusunda benim öncelediğim ama aslında hepimizin önceliği olması gereken öneriler, tavsiyeler bunlar. Elbette bu önerileri uzman doktorların önerilerini, görüşlerini ve uyarılarını derleyerek sizlere aktardım. Bugün siyaset dışı, gündem ve güncelin ötesinde bir yazı kaleme alıp sunmamın nedenine gelince;

Efendim, hep söylerim; ‘Cahilin aptalı bilgiç olurmuş!’ Diye…

Bugünlerde o bilgiç cahiller epeyce çoğaldı, arttıkça arttı. Kafanızı nereye çevirirseniz çevirin, o bilgiç cahillere rast geliyorsunuz…

31 Mart yerel seçimleri arifesinde senaryosunu kendi yazıp, filmini kendi çeken, üstelik o filmin başrolünü de utanmadan kendisi oynayan o bilgiç cahillere en azından bugün ‘bir diyeceğim olmasın’ istedim. O yüzden bugün “ÖNCE SAĞLIK” diyerek yukarıda belki de lütfedip okuduğunuz, belki de okumadığınız bu derleme yazımı kaleme aldım!..