Bugün 12 Eylül ihtilalı ve ordunun idareye el koymasının 44.yıl dönümüdür.

Ülkemiz dünya var olduğundan beri bulunduğu stratejik konum bakımından daima dünyanın en çok ilgisini çeken ve dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir coğrafyada yer almaktadır. Üç kıtanın ortasında Asya ve Avrupa ya köprü görevi yapan, üç tarafı denizlerle çevrili yer üstü ve yer altı kaynaklarıyla zengin ve hepsinden önemlisi hem yaz hem kış turizminin yaşandığı ve daha birçok nimetle donatıldığı, Allah ın her türlü güzelliği bahşettiği ender bir ülkede yaşıyoruz. Bu nedenle tarihlerden beri bütün dünyanın gözü ülkemizin üzerinde olmuş, devamlı bütün dünyanın ilgisini çekmeye devam etmiştir. Ta Osmanlıdan başlayan ve ülkemiz üzerinde gözü olan dış güçler hiçbir zaman bizim iyiliğimizi istememiş her zaman bizi yıkmak ve ülkemizi parçalamak istemişlerdir. Emellerine kavuşup dünyanın en büyük 3 imparatorluğundan biri olan Osmanlı Devletini yıktıktan sonra bize olan düşmanlıkları ve ülkemiz üzerinde ki ihtirasları hiç bitmemiş, yine aynen devam etmiştir. Öyle ki İstiklal savaşını kazanıp kurduğumuz genç Türkiye Cumhuriyetini bile hazmedememiş, ülkemiz üzerinde ki çirkin emellerine devam etmeye hiç ara vermemişlerdir. Ne zaman siyasal sosyal ve ekonomik yönden biraz güçlensek hemen yolumuza bir taş koyup, ayağımızı kaydırmaya çalışmışlardır. Bu halen de devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra kalkınma hamlelerimizi geliştirmeye başlayınca önce doğuda Ağa, şıh, Seyh Sait isyanları çıkarmışlar devletle milleti karşı karşıya getirmişler, milletimizin sağduyusu sayesinde bunun üstesinden gelinmiştir. Daha sonra başımıza Alevi Sünni, mezhep kavgalarını körüklemişler ve yine milletimizin sağduyusu sayesinde bunun da üstesinden gelinmiştir.

 50 lı yıllara gelindiğinde dünya iki büyük kampa bölününce dünyada bir büyük ideolojik savaşlar başladı ve ülkeler bir taraf sağa bir taraf sol kutuba yönelmeye başladı. Türkiye de bundan nasibini alarak ülkemiz büyük bir sağ sol kavgasının içine sürüklenmekten kurtulamadı. Bir taraf sağ ideolojik olarak Amerikancı olmaya çalışırken diğer taraf yani sol kesimde Sovyet ideolojisini savunarak güya memleketi kurtarmaya çalışıyorlardı. Ülkemizde bilhassa dıştan destek alarak büyük bir çatışma ortamı yaratılmış, memleketimiz bölünerek parçalanma tehlikesiyle yüz yüze gelmiştir. Dış güçlerin ve içimizde ki gafillerin ihaneti yüzünden kardeş kardeşe düşman edilmiş, anarşi almış başını yürümüştür. Mahalleler, sokaklar, semtler bölünmüş kurtarılmış bölgeler oluşmuştu. Okullarda eğitim durma noktasına gelmiş, herkes can derdine düşmüş, bilhassa yüksek okullar ve üniversiteler birer anarşi yuvalarına dönüşmüştür. Sağ ve sol bölünme her yere sirayet etmiş asker polis ikiye bölünmüş her gün yurdun bir yerinde sağ sol çatışması sonucu 3-5 gencimiz anarşiye kurban giderek öldürülmüşlerdir. Faili meçhul cinayetler artmış, devlet adamları, politikacılar, profesörler ve gazeteci yazarlar anarşiye kurban gitmişlerdir. Siyasi otorite büyük bir zafiyete uğramış, parlamento çalışamaz duruma gelmiş, günlerce, aylarca bilmem kaçıncı kez Cumhurbaşkanı seçmek için parlamentoda oylama yapılmış bir Cumhurbaşkanı bile seçilememiştir. Siyasi otoritenin zaafa uğraması ve millet artık can derdine düştüğü için birilerinin kendilerini kurtarması için orduya adeta davetiye çıkarılmıştır. Başta Amerika olmak üzere dış güçlerin kurguladığı bu oyun sonrası Ordu da 12 Eylül 1980 sabahı idareye el koymuş, memlekette otoriteyi sağlamış ve anarşi adeta bıçak keser gibi kesilmiş, millet rahat bir nefes almıştır. Ancak millet anarşiden kurtulduğu için sevinirken bu defa otoriteyi sağlayan baştaki cunta, fazla otoriter olup bir anda astığı astık, kestiği kestik bir hale geldiler. Birçok haksızlıklar yapılıp suçsuz insanlar tutuklandı, işkence gördü, hapislerde süründü, perişan oldu. Bir sağdan bir soldan güya denge sağlayalım diyerek 50 idam cezası verildi. Suçsuz gençler asıldı. Binlerce kişi tutuklandı, haksız yere yargılandı. Öyle ki çoğu kişi 12 Eylül öncesi günlerinden daha kötü günler yaşadı, nice suçsuz insanların hayatı karardı.3 yıl ülkemiz büyük bir kâbusu yaşadı. Korkuyla, baskıyla yüzde 91 oyla Kenan Evren başkan seçildi ve ülke darbe anayasasıyla yönetildi. Darbenin yaptığı yıkımlar halen bile tam olarak düzeltilemedi. Ülkemizde her şeyin yeniden düzelmesi ve normal demokrasiye geçilmesi yılları aldı.12 Eylül günü anarşi bittiği için millet ne kadar sevindiyse, sonrasında da yapılan demokrasi dışı uygulamalar yüzünden millet askeri darbelerden nefret eder hale geldi. Kısa sürelerde gelen askeri darbeler demokrasiyi kesintiye uğrattı, ülkemizin kalkınmasını engellediği gibi ülkemizin ve demokrasimizin gelişmesini her defasında kesintiye uğrattı ve ülkemize büyük bir darbe vurdu. Dış güçler istediğini elde etmiş hatta ABD bile- Bizim çocuklar başardı diye sevinmişlerdir.

12 Eylül iyiliğiyle veya daha çok kötülüğüyle tarihe gömülmüş gitmiş, darbeciler öteki dünyada hesabını vereceklerdir şüphesiz.

Ancak dış güçler yine boş durmamış anarşiyi bitirmemizi hazmedememiş bu defada yıllarca başımıza bela olacak PKK belasını başımıza bulaştırmışlardır. İlk saldırısını 12 Eylülden çok değil 3 yıl sonrası 1983 yılında Diyarbakır kırsalında yaparak halen bile bizi uğraştıran en büyük belayı başımıza sarmışlardır.40 yılı aşkın bir süredir bu belayla uğraşıyoruz. Ama bir gerçek var ki bu dış güçler PKK belasını bitirsek bile bu defa başımıza başka bir bela bulmakta gecikmeyeceklerdir. Çünkü biz tarih sahnesine çıktığımız günden beri bizim bizden başka gerçek bir dostumuz hiçbir zaman olmamıştır.

Allah bize bir daha 12 Eylül günleri ve sonrasını yaşatmasın ve PKK belasından bir an evvel kurtulmayı nasip eylesin. Allah öyle acılı günleri bir daha yaşatmasın.

Sağlık ve esenlik dileklerimle.