1 Eylül itibarıyla denizlerimize "Vira Bismillah!" denilecek. Balıkçılar için yeni bir sezon, bizim içinse sofralarımızı şenlendirecek taze balık beklentisi demek bu.
Ancak her balık sezonu açılışıyla birlikte, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olmamıza rağmen balığın neden bu kadar pahalı olduğu sorusu yeniden gündeme geliyor. Bu coğrafi zenginliğimize rağmen balık tüketimimizin düşüklüğü de bu soru kadar şaşırtıcı. Gelin, bu paradoksun perde arkasına birlikte bakalım.
Sezon Başlangıcının Tadı:
Hangi Balıklar Sofraya Geliyor?
Eylül ayının gelmesiyle birlikte sofralarımızda taze balığın en güzel örneklerini görmeye başlıyoruz. Sezonun ilk aylarında palamut ve lüfer tezgâhlara bolluk getirir.
Palamutun tavası, pilakisi, lüferin ise ızgarası bir başkadır. Kışa doğru hamsi Karadeniz’in incisi olarak sofraları doldururken, istavrit ve uskumru da mevsimin en lezzetli balıkları arasında yerini alır. Balık seçimi yaparken en önemli kural, tazeliktir. Parlak gözler, kırmızı solungaçlar ve diri bir vücut, taze bir balığın en net işaretleridir.
Fiyat Yükselişinin Gizemi
ve Sektörün Sancıları
Peki, bu kadar denizimiz varken balık fiyatları neden bu kadar cep yakıyor? Bu durumun tek bir nedeni yok; zincirleme bir reaksiyonun sonucu.
İlk ve en önemli sorunlardan biri aşırı ve kaçak avlanma. Kontrolsüz avlanma yöntemleri, özellikle üreme dönemlerindeki balıkları hedef alarak denizlerimizin doğal dengesini bozuyor. Bu durum, balık popülasyonlarının azalmasına ve dolayısıyla avlanan balık miktarının düşmesine neden oluyor. Azalan arz ise kaçınılmaz olarak fiyatları yukarı çekiyor.
Diğer bir faktör ise yüksek maliyetler. Bir balıkçının giderleri sadece ağ ve tekne ile sınırlı değil. Yakıt, bakım, personel giderleri ve teknolojik yatırımlar, balıkçı için ciddi birer maliyet kalemi oluşturuyor. Bu maliyetler de doğrudan tezgâhlardaki fiyatlara yansıyor. Ayrıca, balıkçılarla tüketici arasına giren aracılar ve dağıtım zinciri de fiyatları şişiren önemli bir etken. Balıkçı teknesinden çıkıp tezgâha gelene kadar birçok el değiştiren balık, her aşamada üzerine eklenen kâr marjlarıyla son tüketiciye pahalı bir şekilde ulaşıyor. Bir restorana gittiğinizde ise balığın fiyatı daha da artar çünkü o fiyata sadece balık değil, taze ürünün temini, saklanması, pişirilmesi ve sunum hizmeti de dâhil olur.
Deniz Kültürü Eksikliği:
Coğrafi Zenginlik Yeterli mi?
Türkiye’de balık tüketiminin az olması, sadece yüksek fiyatlara bağlanamaz. Bu durumun ardında köklü bir kültürel alışkanlık eksikliği de yatıyor. İç bölgelerimizde balık, günlük beslenmenin bir parçası olmaktan çok, özel günlerde veya dışarıda tüketilen bir lüks olarak algılanıyor.
Balık kokusu endişesi, doğru pişirme yöntemlerini bilmemek gibi pratik sorunlar da evde balık pişirme oranını düşürüyor. Oysa balık pişirmenin sanıldığı kadar zor olmadığını ve doğru havalandırma ile bu sorunun kolayca çözülebileceğini çoğu zaman göz ardı ediyoruz.
Yorum yapın