YUNANİSTAN İLE ADALAR SORUNU
Türkiye’nin, 1923 Lozan Antlaşması ve 1936 Boğazlar Sözleşmesi ile 1947 Paris
Antlaşması’na göre “askersizleştirilmiş” statüye bağlanan Ege’deki belirli
adaların bu statülerine Yunanistan’ın riayet etmesini istemesinin sağlam tarihî,
coğrafî, hukuksal, siyasal arka zemini ve temeli vardır. Balkan Savaşlarında
yenilmiş ve ağır kayıplara uğramış olan Osmanlı Devleti’ne hasımlarımız
tarafından dayatılarak imzalatılan 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması
çerçevesinde Yunanistan’a bırakılan adaların “askersizleştirilmiş” olması
zorunluluğu düşünülmüş ve hükme bağlanmıştı. Avrupa’nın o zamanki “Büyük
Devletleri” Almanya, Avusturya, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya, Yunanistan’a
bırakılan adalar hakkında adaların tahkim edilmeyeceğine veya herhangi bir
deniz veya askeri amaçla kullanılmayacağına ilişkin Yunan hükümeti tarafından
kendilerine ve Türkiye'ye tatmin edici garantilerin verilmesi gerektiğini
bildirmişlerdi. Yani, “Büyük Devletler” daha 1914 yılında Yunanistan’ın
kendisine verilen adalar üzerindeki egemenliğini adaları tahkim etmeme ve
askerî maksatlarla kullanmama garantisini verme şartına bağlı kılmışlardır.
Yunanistan kendisine bırakılan adaları tahkim etmemeyi ve askeri amaçlarla
kullanmamayı taahhüt ettiğini Büyük Devletlere 21 Şubat 1914 tarihinde bir
nota ile bildirmişti. 1923 Lozan Barış Konferans'ının zabıtları, Konferans’ta
Türkiye’nin karşısında oturan Devletlerin de Türkiye'nin güvenlik kaygılarına
dayanan meşru endişelerinin, Yunanistan’a bırakılması öngörülen adaların
askersizleştirilmesi yoluyla giderilmesi hususunda genel olarak anlayışlı
davrandıkları, bu yönde beyanda bulundukları yine o tutanaklardan
anlaşılmaktadır. Lozan Barış Konferansı’nın zabıtlarının ve diğer ilgili kaynakların
incelenmesi, Lozan barış Konferansı’nda “askersizleştirme” rejimi bakımından
şöyle bir yaklaşım benimsendiğini ortaya koymaktadır: ‘Osmanlı Devleti’nin
kaybettiği Balkan Savaşları sonunda esasen fiilen Yunanistan’ın işgali altında
bulunan ve Yunanistan’ın egemenliğine bırakılan adaların Büyük Devletlerin
13 Şubat 1914 tarihli kararı esas alınarak askersizleştirilmesi öngörülmüştür.
Doğu Ege Adaları iki gruba ayrılarak konumlarına göre farklı derecede spesifik
askersizleştirme tedbirlerine tabi tutulmuşlardır. Anadolu kıyıları bakımından
merkezi konumdaki adalar hakkındaki askersizleştirme tedbirlerine Lozan
Barış antlaşmasında yer verilmiştir. Çanakkale Boğazı civarındaki Doğu Ege
Adalarının askersizleştirilmesine ilişkin hükümler Lozan Barış antlaşması ile
aynı günde imzalanan Boğazlar Sözleşmesi’nde yer almıştır. Barış
antlaşmasının 23’üncü maddesinde sözleşmenin yüksek akit taraflar
bakımından sanki antlaşmanın içindeymiş gibi, aynı güç ve değerde olduğu
vurgulanmıştır.’
Lozan Barış Antlaşması’nın 12’nci maddesinde Ege’deki adaların aidiyeti ve aynı
zamanda askersizleştirilmiş statüsü hükme bağlanmıştır. Hüküm
şöyledir: “İmroz ve Bozcaada ile Tavşan adalarının dışında doğu Akdeniz
adaları ve özellikle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adaları
üzerinde Yunan egemenliğine dair… Londra Konferansında kabul edilip 13
Şubat 1914 tarihinde Yunan Hükümetine tebliğ edilen karar… aynı şekilde
aynı esaslar üzerinden doğrulanmıştır.”
Buradan da anlaşılacağı üzere, Yunanistan’dan kendisine verilen “adalarda
tahkimat yapmamasını ve bu adaları askerî amaçlarla kullanmamayı taahhüt
etmesini” isteyen ve Yunanistan hükûmetinin de 21 Şubat 1914 tarihli Nota ile
kabul etmiş olduğu karar aynen doğrulanmıştır. Böylece, Yunanistan’ın anılan
Nota ile verdiği “askersizleştirme” taahhüdü, hukukî bakımdan Lozan Barış
Antlaşması’nın 12. maddesinde sayılan adalar üzerinde egemenliğinin bir koşulu
haline gelmiştir. Lozan Barış antlaşmasının 13’üncü maddesinde de 12.
maddede Yunanistan’ın egemenliği altına konulan bütün adalar için geçerli olan
genel “askersizleştirme” önlemlerine ek olarak, Ege’de Anadolu kıyılarına çok
yakın olan ve tam merkezinde yer alan Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya
adalarında Yunanistan’ın uygulaması gereken ‘askersizleştirme’ önlemleri üç
kalem halinde sıralanmıştır. Bu önlemler şunlardır: Birincisi, anılan dört adada
hiçbir deniz üssünün kurulmaması, istihkam yapılmaması; İkincisi, Yunan askeri
uçaklarının Anadolu kıyısı toprakları üzerinde uçmalarının yasaklanması; buna
karşılık olarak, Türk askeri uçaklarının da bu adalar üzerinde uçmamaları;
Üçüncüsü, adları anılan adalarda, Yunan askerî kuvvetlerinin, askerlik hizmetine
çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından fazla
olmaması; jandarma ve polis kuvvetlerinin de bütün Yunan ülkesindeki
jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalması. Lozan’ın 13’üncü
maddenin ilk cümlesi “barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla, Yunan
Hükûmeti Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında, aşağıdaki yasaklara
uymayı taahhüt eder” şeklinde yazılmıştır. Bu hüküm çok önemlidir. Çünkü
öncelikle öngörülen askersizleştirme önelmelerine uyulmasının “barışın
devamlılığı” bakımından öneminin altı çizilmiş olmaktadır. İkincisi, Yunan
Hükümetine bir uyarı mahiyetindedir. Yunan hükûmetinin üstlendiği
yükümlülükleri yerine getirmemesinden ve sonucunda barışın bozulmasından
sorumlu tutulacağına işaret edilmektedir. Aynı sözleşmenin dördüncü
maddesinde, diğer hususlar kapsamında Ege Denizi’nde Semadirek, Limni,
İmroz yani Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları’nın askersizleştirilmesi de
öngörülmüştür. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde öngörülen askersizleştirme
tedbirlerinde Türkiye’nin askerî güveliğinin de göz önünde tutulduğunu
gösteren bir hüküm vardır. Şöyle ki; 1936 Montrö Sözleşmesi, doğrudan
doğruya, Türkiye’nin Egemenlik haklarında Boğazlar ve Marmara Denizi
bakımından mevcut olan bazı kısıtlamaların kaldırılmasını ve bu bölgelerde
Türkiye’nin kendi ulusal savunması alanında ihtiyaç duyduğu güvenlik
önlemlerini, Boğazlardan özellikle ticarî gemilerin serbest geçiş hakkına zarar
vermeden, serbest biçimde alabilmesini sağlamayı amaçlamıştır. Limni ve
Semadirek adalarının tabi olduğu askersizleştirme rejiminin hukukî bakımdan
zayıflamasına veya ortadan kalkmasına yol açan bir sonuç doğurmamıştır. İkinci
Dünya Savaşı’nın sonunda galip devletlerle İtalya arasında 10 Şubat 1947’de
Paris’te Barış Antlaşması imzalanma ile Lozan’da İtalya’nın egemenliği altına
giren Oniki Ada, Paris Antlaşması ile Yunanistan’a devretmiştir. Bu adaların
isimleri şunlardır; Astipalya, Rodos, Herke, Kerpe, Çoban, İlyaki, İncirli, Kelemes,
İleryoz, Batnoz İlipsi, Sömbeki, İstanköy ve Meis ve bunlara bitişik kayalık ve
adacıklar. Bu maddenin 2’nci fıkrasında “Bu adalar askerden arındırılacak ve
askerden arındırılmış olarak kalacaktır” hükmü yer almıştır. 1947 Paris
Antlaşması’nın 14’üncü maddesi toprak devri ve egemenliğin aidiyetiyle
ilgilidir. Bu madde içinde egemenliği devredilen adaların “hukukî statüsünün”
‘askersizleştirme’ de belirlenmiş olması, Yunanistan’ın 12 Ada üzerindeki
egemenliğini, adaların askersizleştirilmiş statüsüne riayet etmesi şartına bağlı
hale getirmiştir. Antlaşmada askersizleştirilmiş statünün hakkında emredici bir
dil kullanılmıştır. İngilizce “shall be” ve “shall remain” sözcükleri, hükmü
emredici kılmaktadır. Yunanistan, 1993’te Uluslararası Adalet Divanının zorunlu
yargı yetkisini kabul ederken, “ulusal güvenlik çıkarları” ile ilgili askeri
önlemlerden kaynaklı hususlara ilişkin olarak Divanın zorunlu yargı yetkisine
çekince koymuştur. Yunanistan bu şekilde adaların askersizleştirilmiş statüsüne
ilişkin bir tartışmanın Uluslararası Adalet Divanı’na gitmesini engellemeyi
amaçlamıştır. Yukarıda da vurguladığımız üzere, Lozan Barış Antlaşması’nın
13’üncü maddesinin ilk cümlesi ile “barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla,
Yunan Hükûmeti Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında, aşağıdaki
yasaklara uymayı taahhüt eder” hükmü yerine aynen konulmuştur. 1947 Paris
Antlaşması’nın 14. maddesinin 2’nci fıkrasında da “bu adalar askerden
arındırılacak ve askerden arındırılmış olarak kalacaktır” hükmü yer almıştır. Bu
hükümler, mezkûr antlaşmaların Yunanistan’ın egemenliği altındaki bahse konu
adaların “askersizleştirilmiş” yani gayri askerî statülerini Ege’de barışın
devamının aslî unsuru olarak tayin etmiş olduğunu apaçık göstermektedir.
Yunanistan “askersizleştirilmiş” statüyü ihlâl ve bunun kendisi için bir hak
olduğunu da iddia etmekle Türkiye’nin ulusal güvenliğini ve aynı zamanda
Ege’de barışı açıkça tehlikeye düşüren bir durum yaratmış olmaktadır. Bu da
hiçbir kuşku yoktur ki, uluslararası barış ve güvenliği korumakla ve barışı tehdit
eden ve tehlikeye düşüren durumlara müdahale etmekle yükümlü bulunan BM
Güvenlik Konseyi’nin harekete geçmesini gerektirecek ağırlıkta bir durumdur,
kanaatini taşıyorum.
Yorum yapın