Benim köşe yazılarımı son on üç yıllık süreçte dikkatle takip edip merak ve beğeniyle okuyanlar sanırım anımsayacaklardır. Bugün bu sütunlarda okuyacağınıza benzer bir yazım ilk kez 2012 yılının şubat ayında o zaman ki Ekspres gazetesindeki köşemde yayımlanmıştı. İzleyen yıllarda benzer başlık ve içerikli yazılarım ise ‘zaruret hasıl olduğundan’ üç farklı gazetede ama yine DOBRA DOBRA sütunlarında yayımlanırken son olarak da 2023 yılında gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri öncesinde bu sütunlarda BİRLİK gazetesi sayfalarında sizlere sunulmuştu. Biraz sonra merakla okuyacağınızı düşündüğüm bu yazım kesinlikle ‘hayal ürünü’ değildir. Ancak kurgusal temalıdır. Kurgusal temalıdır derken şu hususu özellikle belirtmek isterim. Çeşitli zaman kesitlerinde başımdan geçen benzer olayların birleştirilerek senaryolaştırılmış halidir bu yazımda anlattıklarım.
Hiç kimseyi de rencide etmemek adına da söz konusu olayların kahramanları(!) sayılabilecek isimleri saklı tutulmuş kısmen de olsa karikatürize biçimde ifade edilmiştir. Vakit geçirmeden hemen anlatmaya başlamak istiyorum; Geçenlerde yani Ramazan ayı başlamadan önceki son hafta sonu cumartesi günü, gazetemde bilgisayarımın başında önümüzdeki hafta yayımlanacak yazılarımın taslaklarını hazırlama uğraşı içindeyken cep telefonum çaldı. Arayan bilinmeyen bir numaraydı. Genelde bu türden aramalarda açmam ama bu kez nedense bu kez açtım. Arayanı daha kendini tanıtmadan, sesinden tanır gibi oldum. Neredeyse 10 yıldır, belki 11 yıldır ne telefonla ne de yüz yüze görüşmediğim, eski bir tanıdığın sesine benziyordu beni arayan o ses.
Emin olmak sordum; “sen o musun?” Diye. “Evet o benim” dedi ve ismini söyledi açıkça. Önce birkaç dakika, havadan sudan, sözüm ona ‘hasret giderir’ gibi biraz havadan sudan konuştuk. Sonrasında ise o zat, telefonu yaklaşık iki buçuk üç yıldır hiç görüşmediğim bir başka eskiden beri tanıdığım birisine verdi. Bu emrivaki durumu da şaşırmanın ötesinde bozuldum ama açıkçası meraklanmaktan da kendimi alamadım. Telefondaki o öteki zat; gayet otoriter, soğuk ve tok ses tonuyla, “Nasılsın bakalım, Zikri Bey işler nasıl gidiyor, filanca kişiyle, feşmekan kimse ile aran nasıl, görünüşe bakılırsa yine karşı tarafa geçmiş saf değiştirmişsin, bakalım şimdi mutlu musun, mesut musun, şimdi rahat mısın?” gibisinden birbirinin peşin sıra bence saçma sapan sözlerle aklınca sözde samimiyet kurmaya çabalayan laflar etti. Ben de biraz asabi bir ses tonuyla onun o sözlerine yanıt olacak lafları yapıştırdım peşin sıra; “Ben ne safımı ne de tarafımı değiştirmedim, 37 senedir hiç değişmeyen kendimce onurlu ve dürüst olan dik duruşumu, mesleki şeref ve ahlakımı, şahsi onur ve haysiyetimi aynen korumak adına on dört on beş yıldır her türlü özveride bulundum, her türlü zorluğu da katlandım. Eğer çok merak ediyorsan hemen söyleyeyim, şimdiye kadar bu mesleği yaparken kimseye biat etmedim, etmeyeceğim de. Ben sadece, gerektiğinde, gerçek ve samimi dostluğun icaplarını yerine getiriyorum ve dolayısıyla siyasetçiler ilişkilerimde olabildiğince esnek yani bir anlamda diplomatik davranıyorum. Elbette o kast ettiğim esneklik benim istediğim ölçülerde ve benim istediğim zaman gerçekleşiyor. Yahu sen neyin peşindesin, durduk yere ne istiyorsun benden, niye aradın?” Telefondaki o zat, benim bu laflarıma karşılık olarak; “Neyse bunlar önemli değil, sen yanlış anladın, o yüzden sadede gelelim istersen. Birileri bir başka birilerine bizimle ilgili bir şeyler söylemiş, galiba? Senin bu durumdan ne kadar haberin var mı, diye soracaktım.” Deyince ben artık dayanamadım ve şunları söyledim o zatı muhtereme; “Kimmiş, o birileri, kime ne söylemişler ki ne söylemiş, hem bizler derken siz kimsiniz yahu, ne diyorsanız, ne soruyorsanız açıkça söyleyin ki, bende açıkça cevap vereyim!” dedim. Bunun üzerine telefondaki o ses, “Bir şey biliyorsan da bilmiyorsan da açık söyle birader. O zaman sana böyle şeyleri vakitli vakitsiz sormama hiç gerek kalmaz. Boşuna vakit kaybı olmasın!” dedi bu kez alaycı bir ses tonuyla. Bende bu kez daha hiddetlenerek “Sorduğunuz soruyu da neyi ve kimleri kast ettiğinizi de doğrusu hiç anlamadım. Şu andan itibaren anlamaya da seni daha fazla dinlemeye de vaktim yok. Yahu hiç anlamadığım, anlam veremediği bilmece gibi saçma sapan şeyler söylüyor, soruyorsun. Açık konuşacaksan konuş yoksa kapat telefonu yoksa ben kapatacağım.” Dedim son bir kez daha. Telefondaki o şahıs ise aynı tonda ve üslupta konuşmaya devam etti; “Onlar işte, bilmiyormuş gibi davranma. Bugünlerde sıkça görüştüğün, epeyce kaynaştığın, yakinen ahbap yani olduğun o kodaman şahıslar!”
Telefonda teneke kafalı(!) o şahsa bir kez daha aynı yanıtı verdim; “Gerçekten kimi veya kimleri kast ettiğini, kimin, kimlere, ne hakkında, neler söylediğini veya söylemediğini bilmiyorum. Dolayısıyla, sana verecek cevabım da yok. Sen bana ne kadar açık olursan, ben de sana, o kadar açık ve net davranırım. Gündüzleri gölgelerle dans eden, akşamları baykuşlarını sesini takip eden, geceleri ise mezarlıkta ıslık çalarak dolaşan biri değilim, hiçbir zamanda olmadım ki!..”
Bunun üzerine, telefondaki o ses, gülmeye başladı; “Felsefeyi bırak Zikri kardeşim, bir soru sordum, cevap veremedin. Demek ki, bir şey bilmiyorsun, o zaman seninle konuşarak, lafı uzatmanın faydası yok. Bilmiyorsan, bilmiyorsun, bana niye felsefe yapıyorsun, yok gölgelerle dans, yok baykuşların sesi, yok mezarlıkta ıslık çalmak, bunları dinleyecek vaktim yok, benim yahu!” şeklinde konuşarak görüşmeyi noktaladı. Aslında, anlattığım telefon görüşmesi, daha uzun ve ayrıntılı, hatta çok daha ilginç geçti. Sizlere burada anlatamadığım kısmın o şahıs ile yıllar önce yaşanan çeşitli konulara ilişkin, aramızda daha özel diyaloglarda geçti aramızda. Ancak, yazımın başında da belirttiğim gibi, ‘Rencide olmaması nedeniyle burada anlattığım telefon görüşmelerinin geçtiği o iki zatın(!) isimlerini saklı tuttum ve söz konusu o telefon görüşmesinin anlatımı ise aynı sebeplerden ötürü kısmen karikatürize edilmiştir.’ Yazdıklarımı okuduktan sonra şöyle düşünebilirsiniz; “Kim aradı, neden aradı, ne sordu, yazdıklarında neden her şeyi açıkça dile getirmiyor, net biçimde neden anlatmıyorsun, kimden neyi gizliyorsun, kimden çekiniyor veya korkuyorsun?”
Tekrardan söylüyorum; yazımın başında belirttiğim üzere “okuduklarınız, kesinlikle hayal mahsulü değil, yaşanmış, tamamen gerçek bir olayın anlatımıdır. Lütfen kusura bakmayın, en azından şimdilik yani bu aşamada ne beni telefonla arayan kişinin ne de daha sonra aynı telefonla görüştüğüm o beyefendi geçinen zatı muhteremin(!) kimler olduklarını, bana sorulan konunun ne olduğunu, neyi kast ettiğini şimdilik kaydıyla açıklamak istemiyorum!..
Şimdilik söyleyebildiğim ve yazabildiğim kadarını sizlerle paylaştım. Daha fazlasını dile getirmek, daha fazla ayrıntıya girmek hem kabak tadı verir hem bana yakışmaz hem de inandırıcılığıma, güvenilirliğime gölge düşürür. Çünkü isimleri vererek, konuşulan konuları apaçık yazarak, her şeyi sizlere anlatsam, karşı taraf, büyük olasılıkla bana söylediklerini inkar edecek, böyle bir görüşmeyi tamamen yalanlayacaktır!
Üstelik telefonla yapılan bu görüşmenin, gerçek amacını, perde arkasını, tüm detaylarını araştırsam, en azından biraz kurcalasam, öyle umuyorum ki ardından ve altından bambaşka şeyler ortaya çıkacak, birilerinin hatta benim de sıkıntı oluşturabilecektir. O yüzden şimdilik bu bahsi kapatalım. Bir daha benzer şekilde arayanlar olursa, Sizlere söz veriyorum her şeyi tüm ayrıntısıyla isim vererek anlatacağım!..
Yorum yapın