Yaşlandıkça yılların baş döndürücü bir hızla geçtiği söyleniyor. Eğer siz de çocukken neredeyse hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiğiniz o uzun günlerin artık çok daha kısa sürdüğünü düşünüyorsanız bunun tek sorumlusu yaşınız.  Yaş aldıkça vücudumuzun bütün organları yaşlanırken, beynimizdeki sinir nöronları da olgunlaşarak daha karmaşık bir hal alıyor. Böylece anılarımız gençliğimizden daha uzun bir seyahat yolu ile karşı karşıya kalıyor. Büyüdükçe, tanıdık kişiler, tanıdık ortamlar, benzer tecrübeler vesilesiyle beynimizin uyarılması azalarak devam ediyor. İşte bu deneyimleme sırasında da beyin adeta uyuklayabilir ve farkındalık arası zamanın çok hızlı aktığını düşünmemize neden oluyormuş.
Günlerini, haftalarını, aylarını benzer biçimde yaşayan yaşlı bir kişinin beyninde ise daha az veri kaydedilir; yani hatırlanacak daha az anı bulunur. Bu da yaşlılıkta beynin benzer veriler içeren zaman dilimlerini bir araya toplamasıyla ve zamanın hızla geçip gitmiş gibi hissedilmesiyle sonuçlanır.

Zaman akışı hızlandı mı?
Peygamberimiz (a.s.m.) buyurdu ki: "Kıyamet yaklaştığında zamanın akışı hızlanır; sene, ay gibi; ay, hafta gibi olur. Cumadan cumaya olan vakit de hurma dalının yaprakları ile birlikte ateşte yanması gibi kısalır.''Birçok edebiyat eserinde, günlük dildeki metaforlarda veya büyüklerimizin tecrübelerinde gördüğümüz bir şey vardır; yaşlandıkça hayat çabuk geçer. Tabi burada zamanın hızlanması öznel bir deneyimden ibarettir ve bu yanılsama, “anı” yaşarken zaman algısıyla, geçmiş yaşantıyı hatırlarken de belleğimizle ilgilidir. Yaşlandıkça hayatın neden çabuk geçtiği sorusuna cevap vermek isteyenler durumu birkaç fenomenle izah etmeye çalışmışlardır. Bunlardan ilki teleskop analojisidir. Erken dönem araştırmacılarından Psikolog Sully, toplumda infial yaratan bir cinayetin faili uzun süren cezasını yatıp hapisten çıktığında insanların “Ne çabuk çıktı?” tepkisinden yola çıkarak bu anolojiyi kullanmıştır (6). Daha berrak hatırlanan olaylar daha yakına tarihleniyor gibi görünmektedir. Bunu test etmek isteyen araştırmacılar İndira Gandi cinayeti veya Çernobil Faciası gibi hemen herkesin bildiği bir sürü olayı derleyip katılımcılardan bu olayların tarihini söylemelerini istemişlerdir. Kırk ila elli yaş arasındakiler -teleskop analojisinde olduğu gibi- olayları olduğundan daha yakın tahmin etmişlerdir. Ancak ortalama yetmiş yaşındakiler ise tam tersine daha eski bir tarih söylemişlerdir. Yaşlıların diğerlerine göre daha eski bir tarihi söylemeleri yaşlandıkça zamanın daha çabuk geçtiği öznel deneyimi ile uyumlu bulunmuşsa da fenomenin kendisini tam olarak açıklamaz. Altmışını geçen kişilerin beklenmedik bir şekilde yirmili yaşlarına ait anıları oldukça berrak bir şekilde hatırlamaya başlaması otobiyografik belleğin başka bir gizemli özelliğidir. Öyle ki, bazen küllenmiş, kırk yıldır dokunulmamış hatıralar birden çok net bir şekilde beliriverir. Geriye dönük hatırlama deneylerinden elde edilen veriler bir grafikle gösterildiğinde yirmili yaşlar civarında ve kişilerin yaşına yakın son yıllarda iki yükselti görülür. Geriye dönük hatıralarınız içerisinde son döneme ilişkin anıların oluşturduğu yükselti sonralık etkisiyle izah edilebilir. Belli bir yaştan sonra her nedense yirmili yaşlara ait anıların daha ön plana çıkmasıyla oluşan tümsek otobiyografik belleğin başka bir gizemidir ve bu tümseğe “anımsama tümseği” denmektedir. Dolayısıyla yetmişli yaşlardaki biri son yıllarını ilk yıllarıyla karşılaştırdığında beden saatinin yavaşlaması nedeniyle zamanın çok hızlı geçtiği algısına kapılır, denmektedir. Belki yaşlılıkta zamanı yavaşlatabilmenin de yolları vardır. Bir usta, üretmeye devam ettiği el örmesi sepetleri sayesinde, bir bilimci ortaya koyduğu bilimsel eserleriyle hem o sırada mutlu olur hem de geriye dönüp baktığında hatırlamaya değer şeylerin sayısı nedeniyle hayatının hızlıca akıp geçmediğini, dolu dolu bir hayat yaşadığını hissedebilir. Yeni deneyimler ve küçük heyecanlar zamanı yavaşlatabilir, tıpkı dolu dolu yaşanmış bir tatilden eve dönmek gibi…