Bu yeni yılın bu ilk yazısında, öncelikle yeni yılın yani 2025 yılının tün dünyaya, insanlığa barış, mutluluk dolu sağlıklı günler getirmesini dileyerek başlamak istiyorum.

Eğer yanlış hatırlamıyorsam, geçen yılın yani 2024’ün ilk ayı ocak ayının sonlarına doğru çoğu kez olduğu gibi ‘yine zaruret hasıl olduğundan’ benzer içerikte bir yazım yayımlanmıştı. Şimdi yine bana göre; tekrardan zaruret hasıl olduğundan yine aynı konuya ilişkin yararlı olacağını düşündüğümden aynı içerikte yazma gereği duydum. Öncelikle sizlere tıbbi bir gerçeği açıklamak istiyorum. Uzun süre kullanılmayan yani hareket ettirilmeyen bir kas yorulduğunda ya da alışık olmadığı ölçüde zorlandığında belirgin biçimde epeyce şişer. Kasın verdiği bu tepkiye ise tıpta 'kas tutulması' denir. Ayak tutulur, kol tutulursa, geçen süre içerisinde kişiye büyük acılar verir. Bu durumu gerektiği zamanlarda sosyolojiye yani toplum bilimine çevirirsek de şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Bizler böyle durumlarda yani zihinsel anlamda bir bakıma 'akıl tutulmasını' da pek farkında olmasak da aynı anda yaşıyor gibiyiz…

Siyaseti pek sevdiğim söylenemez. Ama işim gereği, sevdiğim mesleğim uğruna 37 yılı aşkın bir süredir yerel siyasetin ‘ister, istemez’ içindeyim. Siyaseti ve siyasetçileri yerel ölçekte çok iyi öğrendiğime dolayısıyla bildiğime ve tanıdığıma inanıyorum. O pek sevmediğim ama çokta nefret de etmediğim siyaset ve siyasetçilere ilişkin sıkça yazdığım makalelerle toplumu aydınlatmak adına aklımın yettiği kadarıyla sürekli bir şeyler anlatmaya çalışıyorum, bazen de sert sayılabilecek eleştiriler yöneltiyorum. Siyaseti pek sevmememin nedenlerini kısaca sıralamak gerekirse öncelikle ben akıldan, bilimden, doğruluktan, dürüstlükten yana bir insanım. Dahası siyasetin bilim içine sokulduğunda sonuçlarının ne olacağını çok iyi kestirebiliyorum. Örneğin; Çok ama çok önemli bir ilacın bulunmasının hemen öncesinde, durumu 'siyaset' açısından değerlendirecek bir kişi olsa büyük olasılıkla çıkıp şöyle diyecektir; "Yahu ne gereği var ki, böyle bir deneyin! Hem zaman kaybı hem de zarar ve ziyan. Araştırma yapıyoruz diye laboratuvarlarda geceden bu yana ışıklar sürekli yanıyor, elektrikli aygıtlar sürekli çalışıyor. Kaç para elektrik faturası geldi, geçen ay haberiniz var mı?"

Yine, son derece tehlikeli bir hastalığın ortadan kalkmasının son aşaması olan hayvan deneyi öncesi ‘benzer biçimde bir bakış’ hayal edin. İşte o zamanda o cahil güruhtan şu sözleri duymanız mümkündür; "neden fareleri öldürüyorsunuz ki, yazık, günah değil mi? onlarında annesi babası var, onlar da bir can taşıyor. Senin üzerinde yapsak bu deneyleri çok mu iyi mi olur?.."

Gayet uç noktada, ekstrem biçimde, karikatürize edilmiş şekliyle bu iki örneği vermişken, şunu da söylemeden geçemeyeceğim; bu durumu izah etmeye çalıştığınızda siyaset yapan ya da yapacak kişilerin bu sayede çok zor durumdan kurtulsalar dahi kendilerini iyileştiren bu ilaçların 'ne şekilde elde edildiğini' pek umursamayacaklarından eminim!

Bu noktada düşüncem hatta kesin yargım şudur; siyaseti yapan kişinin siyaseti, derdin ucu kendine dokunana kadardır. Siyaseti bu ve buna benzer nedenlerle pek sevdiğimi söyleyemiyorum. Çünkü siyasetin böylesi gerçekten ikiyüzlüdür, ikiyüzlülüktür!..

Siyaset ikiyüzlüdür de acaba ‘siyasetin inananları’ nasıldır?

Üstelik tüm siyasetçiler için ‘ikiyüzlüdür’ diyebilir miyiz?

Sizlerin, bugün yeni yılın bu ilk gününde bu yazımı okurken şöyle düşündüğünüzü veya düşünebileceğinizi tahmin edebiliyorum. Şunu iyi bilin ki, verdiğiniz veya vereceğiniz yanıtlarda asla yalnız değilsiniz. Bu türden konularda sorular sorulara verilen veya verilecek yanıtların neler olduğunu ya da neler olabileceğini hemen herkes zaten bilmektedir. Ancak ben size belki de 'bilmediğiniz' ya da ‘kestiremediğiniz/ kestiremeyeceğiniz’ bir şey söylemek istiyorum: ‘Akıl tutulması!’

Siyasetin en büyük tehlikelerinden birisi de bence bizleri yani toplumun büyük ve önemli bir kesimini 'akıl tutulmasına’ doğru itmesi, iteklemesidir.

Bizler, tıpkı kaslarımızın arada bir tutulduğu gibi özellikle son 30-35 yıllık süreçte ve de artan oranda son 20-22 yıllık dönemde sıkça biçimde ‘akıl tutulmaları’ yaşıyoruz, bu gidişle yaşamaya da devam edeceğiz gibi görünmektedir ne yazık ki!

Bu bahsettiğim akıl tutulmaları; belki kas tutulmasında olduğu gibi 'anında' canımızı yakmıyor, acıtmıyor ama önünde sonunda öyle bir an geliyor ki mutlaka 'sızısını' derinden hissedebiliyoruz.

Şunu anlatmaya çalışıyorum; birileri bizlerin 'aklımızı' kullanmamızı dolayısıyla düşünmemizi engelliyor. Kanımca; toplumumuzun önemli bir kesimi şu durumda gözükmektedir; kendi statik yani durağanlaşmış, dolayısıyla sabitleşmiş hale gelmiş fikirleri benimsemiş, aksi ve aykırı düşüncelere zihinlerini tümüyle kapatmış, kendimize yakın hissettiğimiz kişilerin ara sıra bazen de olsa ağız dolusu saçmalıklarıyla ‘aslında duymak istediklerimizi söyledikleri için’ onların anlattıklarıyla tatmin olmaya çalışan, bir anlamda kendimizi kandırmaya çabaladığımızı rahatlık söyleyebilirim!

Aklımızı kullanmayı da biraz önce anlattığım gibi işte bu durum ve zamanlarda bir kenara bırakıyoruz. "Birileri zaten bizim yerimize düşünüyor, en iyisini yapmaya çalışıyor" diyenlerimiz yok mu, acaba hiç etrafımızda?..

Oysa çok yanılıyoruz. Çünkü bu, hem aklımızı hemen hiçbir yerde kullanmamızı bize öğütlüyor hem de ola ki aklımızı kullanmaya karar verdiğimizde kendi kendimizden kuşku duymamız yönünde adeta bizleri teşvik etmektedir aslına bakarsanız. Bir bakıma zihinlerimize yönelik gerçekleştirilen bu türden manipülasyonların yani yönlendirmelerin işte bu anlattığım bu nedenlerle hiç ama hiç farkına varamıyoruz…

Durum böyle olunca da 'uzmanlık' ve 'bilim' de zihinsel kaygılarımız arasından çıkıveriyor…

Örneğin: Çok bilmiş vaziyette bir iki süslü laf ederek, iki parça eti veya tavuğu hafifçe yağda pişirip, üstüne salçalı, baharatlı sos ekleyip sunan hemen herkese 'usta aşçı' gözüyle bakabiliyoruz. İşte bu yüzden bir türlü ‘sap ile samanı’ maalesef birbirinden ayırt edemiyor toplumumuzun önemli bir kısmı. Zihinsel anlamda gözlerimizi kullanmayınca zamanla adeta körleşiyoruz!..

Tat alma duyularımızı bile adeta yitirmiş gibiyiz…

"Bu yemek olmamış!" demiyor, diyemiyor, "Eline sağlık" diyor, bu da yetmiyor dahası takdir dahi ediyoruz. Biz aynı yemeği yapsak, belki de daha iyisini yaparız ama maalesef bu durumu fark etmiyoruz, ya da fark edemiyoruz!..

Dünya üzerinde Amerika’da Avrupa da Ortadoğu da Türkiye’de, hatta yaşadığımız Balıkesir’de 'yanlış' olan, yanlış giden pek çok şey var…

İşte bu yanlışların, hataların, kusurların, tersine giden şeylerin farkına varabilmek için öncelikle 'akıl tutulmasından' dahası 'akıl tutulmasının aymazlık halinden' kurtulmamız gerekiyor. Aksi halde akıl tutulmasından dolayı yaşanan ve gün geçtikçe yoğunlaşan ‘aymazlık hali’ yakın gelecekte korkarım ki, hepimizin sonuna getirmeye vesile olacaktır. O zamanda akılları tutulmayanlar dahi ‘kurunun yanında yaşta yanar’ misali kaçınılmaz biçimde yanıp, kül olacaklardır, maalesef!..