Çünkü; ‘YAŞAM’ hayatın içinde olan bir olgudur. ‘YAŞAM’ ve ‘HAYAT’ Türkçemizde aynı anlam taşıyan sözcükler olarak bilinir ve kullanılır, ama aslında kavramsal ve kuramsal açıdan bakıldığında birbirinden ayrı iki olgudur. Ben gerçekten akademik almış düzeyde bir ‘sosyal bilimci değilim ama’ sosyal bilimlerin yaşamın içinde bir bakış açısı olarak değerlendirildiği zaman anlam kazandığına, bilimselliğin içerik ve kapsam alanında yer aldığına inanacak kadar sosyal bilimlerden anladığımı düşünüyorum.

‘FELSEFE, PSİKOLOJİ’ ve ‘SOSYOLOJİ’ eğitimi almadım ama hem kişisel hem de mesleki merakım, araştırmacı, sorgulayıcı yapım gereği ‘SOSYAL BİLİMLER’ üzerine birazcık da olsa ahkam kesecek bir şeyler anlatabilecek kadar bilgi ve fikir sahibi olduğuma özellikle son yirmi senedir düşünür, inanırım.

Ünlü düşünür Benjamin; “Suçlunun öldürülmesi, idam edilmesi, kanuni ve hatta ahlaki olabilir, öldürülmesinin haklı çıkarılması ise asla!” demiştir. Suçlu birinin cezalandırılması söz konusu olduğunda, o suçluyu öldürmek, yani canıyla infaz etmek, idam edilmesini sağlamak, içinde yaşadığımız toplumun kanun ve kuralları gereği ahlaki kabul edilebilir. Ancak o suçlunun öldürülmesini, haklı çıkartacak sebepler aradığımızda, doğruya, dolayısıyla haklılığa ulaşmak, asla mümkün olmaz. Düşünür Benjamin, işte bu noktaya işaret etmiş, hassasiyet içinde vurguda bulunmuştur. Düşünün bir kere; idam cezası uygulayan ülkeler ve toplumlar, günümüzde halen mevcut iken, bizim gibi bazı ülke ve toplumlarda, ‘uygar ülke ve medeni toplum’ olmak adına, idam cezasını yasaklanmıştır. İdam cezası olan ülkelerde ‘neden idam cezası var?’ diye sıkıntılar yaşanmaya devam ederken, idam cezasının olmadığı ülke ve toplumlarda ‘neden idam yok veya niye idam kaldırıldı?’ diye tartışmalar ve sıkıntılar yaşanmaktadır. Anımsarsanız, bu süreçten biz de nasibimizi aldık. 15 Temmuz 2016’da yaşanan o hain kanlı darbe girişimi, o hain kalkışma sonrasında ülke toplumunun önemli bir kesimi kaldırılan idam cezasının geri getirilmesini isterken, ülkeyi yönetenlerinde bu isteğe olumlu yaklaştıklarını ve desteklediklerini hepiniz biliyorsunuz. Yazımın başında da belirttiğim gibi ‘yaşamın içinden bakıldığında, sosyal bilimler sadece bir bakış açısıdır, kuramsallığı dayanan yorum farklılığıdır, yani göreceli olarak değişebilen bir anlayış biçimidir, başka bir şey değildir!..’

Bir başka türlü anlatım, tanımla SOSYAL BİLİMLER; ‘yaşam’ denilen süreci, enine boyuna inceleyen, araştıran ‘akademik bir eylemdir.’ Asla statik değildir, yaşamı, akıp giden bir süreç olarak kabul ettiği için, dinamik ve değişken olgulara dayanmaktadır. O yüzden, dönemsel farklılıklar ve değişkenlikler göstermektedir.

Yaşamı, sadece ‘bir şey’ olarak varsayan, öngören ’sosyal bilim’ anlayışı, kimilerine göre; asla somut olmayan ve somutlaşamayacak bir anlayıştır ve ölü doğmuştur. İngilizlerden Amerikalılara, Çinlilerden Hintlilere kadar, her ulustan, sosyologların, ‘SOSYAL BİLİMLER’ adına yaptıkları araştırmalarını, incelemelerini, yıllar süren akademik çalışmalarını çok derinden ayrıntılı biçimde olmasa da biliyor, izlemeye çalışıyorum. Aklı dolayısıyla zekası kıt olmayan herhangi biri; sakin biçimde sessizlik içinde çok fazla iddialı olmayan, ‘her şey olabilir’ varsayımı ile dışa bakan, iddiasız ve yaşamın içinde insanların, ‘sosyal bilimler’ ile ilgilenmeleri, meşgul olmaları mümkündür, zaten ifade ettiğim kriter yani ölçütlerde, ‘sosyal bilimler’ ile meşgul olunmaktadır. Ancak, ‘yaşamın içinde akıp giden süreçte, aktif olmayan, etken değil, edilgen olan, yani yaşamayanların, yaşamasını bilmeyenlerin, sosyal bilimler ile meşgul olmaları bu konulara ilişkin çalışmalar yapmaları olanaksızdır!’

Kimilerine göre ve elbette kısmen bana göre de Yaşam hayatın içindedir. Yaşam ve Hayat, Türkçemizde aynı anlam taşıyan sözcükler olarak bilinir ve kullanılır, ama ayrı iki olgudur. Hayat; kimilerince ‘KOZMOS’ olarak tanımlanır. ‘YAŞAM’ ise, canlıların hareketliliğidir. Yaşam bir şey değildir, yaşanan bir süreçtir, gayet aktiftir. Yaşamı elde etmenin, yaşamı yaşamak, yaşam ile birlikte doğal akışı içinde, alabildiğince yol almak, dışında bir seçeneği yoktur. Kısacası, bence ‘HAYAT’ ve ‘YAŞAM’ kavramları hakkında şöyle düşünmek gerekmektedir; ‘YAŞAM’ seni bir yerde beklemiyor, senin içinde oluşuyor ve ‘HAYAT’ seni buluyor.’ şeklinde tarif edilebilir.

Yaşamın içinde, çeşitli dönem ve evrelerde, kavramlar, açıklamalar çok önemli sayılmış, kuram kabul edilmiştir ve bu yüzden olsa gerek ‘GERÇEKLER’ tamamen unutulmuştur. O yüzden bana kalırsa hayatın içinde sadece olana bakmalı, olanla yetinmelidir. Yaşamın içinde akıp giden zaman içinde bir aşamadan sonra, yaşadıklarımıza tüm yaşanan gelişmelere, bir şekilde gerekçe bulmaya çalışmak, boşunadır, yani ‘nafiledir’ düşüncesinde hatta inancındayım. Çünkü yaşamın anlamını insana hiçbir kimse vermez, veremez!

İşte o zaman, o insan da ’yaşamın ve yaşadığı o hayatın anlamının da’ kendisine ait olduğunu inanmak ve bunu sağlamak zorundadır..