Bu sıralar sıkça karşılaştığım bir soru olduğu için olsa gerek son beş altı yıldır bu sütunlarda yayımlanan bir yazımı şimdi tekrardan ama güncelleyerek sizlerle yeniden paylaşmak istiyorum.
Siz saygıdeğer okurlarımdan dolayısıyla sevgili dostlarımdan biri geçenlerde sosyal medya üzerinden gönderdiği bir iletide ‘neden güncel konular ve meseleler hakkında’ yazmadığımı sormuş…
Aslında ‘güncel konu ve meseleler’ hakkında hiç yazmadığım doğru değildir. Sıkça olmasa da yeri geldiğinde, zaruret hasıl olduğunda, kafama takıldığında, ortam ve zamanın uygunluğuna bakmaksızın güncel sorunlara dair yazmaktan, düşünce ve kanaatlerimi açıklamaktan asla geri durmam, sakınmam, beni bilenler bilir!..
Ancak yine de beni güncel konu ve meselelere dair sıkça yazmamakla eleştiren o saygıdeğer okurum ve dolayısıyla dostum, yüzde yüz olmasa da kısmen eleştirisinde haklıdır!..
Ama size şimdilik şu kadarını söyleyeyim. Gerçekten ‘Balıkesir’in güncel konu ve meselelerine hem de olabildiğince derinden girecek olsam, bu memlekette bana pek yaşama şansı kalmayacağından ya koruma ordusuyla dolaşıyor olurdum ya da bir kuytu köşe de cesedimi bulmuş olurlardı. Sakın ola ki çok abarttığımı düşünmeyin lütfen.
Hatta sevdiğim insanlara, yakınlarıma zarar verirlerdi, belki de onları yok etmeye yeltenirlerdi!..’
Demin dedim ya bana ‘yok artık, o kadar mı, çok fazla abartmıyor musun?’ falan demeyin, ne yazık ki gerçek benim açımdan bakıldığında bu kadar acı verici ve de oldukça vahim bir durumdur!..
Her türlü yalan dolan, entrika, kumpas, tezgah ve de elbette iliklerine kadar ikiyüzlülüğün içine batmış durumdaki bu basın yahut moda deyimiyle bizim medya(!) camiasının içinde bırakın onurunuzla dik durmayı, benim gibi bir kenarda veya köşe de durmak, gözden, gönülden ırak türlü zorluklarla barınmak bile oldukça olanaksız hale gelmiştir!..
Balıkesir basınında dolayısıyla medyasında geçen 37 yılı biraz aşkın meslek yaşamımda edindiğim bilgi, birikim ve deneyimler, gördüklerim ve geçirdiklerim yani yaşadıklarım bana şunu öğretmiştir;
Bu işi yapıyorsan eğer, her devirde, her daim, eğilip bükülmeye hazır ve nazır bulunacak kadar ilkesiz ve omurgasız olacaksın, dürüst görüneceksin ama asla dürüst olmayacak, davranmayacaksın, iyi niyetli gibi davranacaksın ama kesinlikle iyi niyetli olmayacaksın, aksi halde ‘cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir’ özdeyişi senin için gerçeğe dönüşü verir, anlayamazsın bile, olan sana olur, bana yıllardır olduğu, benim yıllardır yaşadığım, yaşatılan gibi!..
Sakın ola çok fazla ölçüde ‘KARAMSARLIK YOĞUNLUĞU’ içinde olduğumu düşünmeyin!..
Benim temel ‘yaşam ilkem’ daima gerçekler üzerine kurgulu olmuştur. O gerçeklerdir ki, bana biraz geç ve oldukça acı biçimde de olsa doğrulara ulaşmamı sağlamıştır. Yine o gerçekler sayesinde eriştiğim o doğrularda beni yaklaşık 12-13 yıl önce yaşadığım bazı mecburiyetler nedeniyle bir yol ayrımına getirmişti.
O süreçte önümde görünen iki yoldan birine saptığımda yukarıdaki satırlarda son derece ‘acı ve vahim bir durum’ olarak ifade ettiğim o karanlık ve kirli dünyanın içine yani o omurgasız ve son derece vasat insanların bulunduğu camianın seviyesizlik ve kötülüklerle dolu o acımasız kurallarını kabullenerek girmiş olacak yani ‘ben olmaktan çıkarak’ yürümeye devam edecektim. Eğer diğer yolu tercih edersem de tıpkı şimdi olduğum gibi ne uzayacak ne de kısalacaktım. Kendimce huzurlu biçimde gözden ve de gönülden ırak, pek fazla suya sabuna dokunmadan bir kenarın köşesinde emekli olmayı bekleyecek, beklerken de kurtulması olanaksız meslek hastalığı olan yazıp, çizmeyi, memlekete meselelerine fazla sivrilmeden kafa patlatmayı asgari biçimde sürdürebilecektim.
Ben biraz da o zamanlar adına ‘hizmet hareketi’ denilen bugünün ‘FETÖCÜLER’ Diye tabir edilen ‘AHLAKSIZ GÜRUH’ yüzünden tersten esmeye başlayan rüzgarların savurması nedeniyle ikinci yolu tercih etmek durumda kaldım. Bugün düşünüyorum da iyi ki böyle yapmış, böyle bir tercihte bulunmuşum. Çünkü diğer yolu tercih etmem durumunda biraz öncede ifade ettiğim gibi içime sinmeyecek çok şeyler yaşayacak, asla kaldırmayacağım, onuruma dokunacak, midemi bulandıracak, hatta kusacak bazı ters şeyleri kabullenmek zorunda bırakılacaktım. Dahası yaşım ilerledikçe daha fazla karşılaşmaya başladığım sağlık sorunlarım daha doğru bulduğum ikinci yolu tercih etmeme rağmen azalmadı, aksine her geçen gün artmaya başladı. Boşuna dememişler, ‘gazetecilik aslında bir ömür törpüsüdür’ diye…
Ama ben yine de şu an itibarıyla kendimi asgari ölçülerde de olsa mutlu ve huzurlu hissediyorum. Bu huzur mutluluğumun da bozulmaması için bugünkü yazımın başında da belirttiğim gibi güncel konu ve meselelere derinlemesine girmiyor, belki de girmek istemiyorum…
Yoksa bir girecek olsam bu memlekette kendini adam sanıp utanmadan dolaşanların en az yarısını, beni yok edene kadar ben onları yok etmekten beter eder, yani ipliklerini pazara çıkarabilirdim. Eğer yaşım 59 değil de 35-40 civarı olsaydı ve de en az onlar kadar kabiliyetsiz, ruhsuz, ahlaksız, omurgasız olabilseydim!..
Yorum yapın