YANLIŞ ADAM HİKAYESİ..

Geçenlerde Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde bu öyküyü Ali Sirmen yazmış. Ben de çok beğendiğim, zevkle okuduğum için sizlerle paylaşmak istedim; “Amerikalının biri uzun bir yolculuğa çıkmış, gece New York’ta tren değiştirip ertesi gün yola devam edecekmiş. İstasyon civarında otellerde yer aramış bulamamış. Oraya bakmış, buraya bakmış yer yok. Sonunda döküntü genellikle zencilerin yani siyahilerin kaldığı bir otelde yer bulmuş, odayı tutmuş. Resepsiyondaki siyahi çocuğu iyice tembihlemiş, beni sabah şu saatte uyandırmayı unutma demiş. Vurmuş kafayı yatmış. Sabah gözünü bir açmış ama uyandırmamış olduğunu fark etmiş. Hemen yüzünü falan yıkamadan pijamasının üstüne pantolonunu çekmiş, bavulunu kapmış, doğru trene koşmuş. Son anda trene binmiş, bir nefes almış, doğru lavaboya yönelmiş. Bir de ne görsün? Trendeki lavabonun aynasından kendisine bir zenci bakıyormuş. Şaşkın biçimde ellerini bir daha sabunlamış, yüzünü bir daha yıkamış ama yine aynada bir zencinin yüzü görünüyormuş. Aynı şeyleri bir daha denemiş ama değişmemiş yine aynada aynı zencinin yüzünü görmeye devam etmiş. Öykümüzün kahramanı beyaz adam şunu demiş; ‘Allah kahretsin, yanlış adamı uyandırmışlar!.”

Abesle iştigal açıklamalarına artık çoktan alıştığımız, bu konuda kimsenin eline su dökemeyeceği muhterem İçişleri Bakanımız(!) Süleyman Soylu geçenlerde bu size naklettiğim ‘yanlış adam’ hikayesine benzer ‘yanlış deprem’ öyküsü dedirtecek bir açıklama, daha doğrusu bir laf etti, acaba farkında mısınız?.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, geçen haftanın ilk günleriydi sanırım, düzenlediği basın toplantısında “Aslında bizim hazırlandığımız deprem İstanbul depremiydi!” deyiverdi. O sözleri bakanın ağzından duyunca ilk sözüm; “Pes doğrusu!” oldu. Aslına bakarsanız, İçişleri bakanı Soylu bu sözleriyle yine doğru söylemiyor gibi geliyor bana. Neden mi? Baksanıza yahu aylardır, deprem bilim uzmanı Prof. Dr. Naci Görür şimdi deprem bilgesi olarak anılan söz konusu illerin her birinin teker teker adreslerini vererek neredeyse ay, hafta, gün vererek bir deprem olacağını söyleyip duruyordu. Depremin kader olduğundan ve kader fasıllarına da imam hatipliler baktığından iktidar kanadından hiç kimse Naci Görür’ün bu türden uyarılarına kulak asmadı, kös dinlemekle yetindi. Türki Mühendis ve Mimar Odaları Birliği yetkilileri uzmanlar, olası gelecek depremler için ‘uyarıyoruz!’ diye defalarca yırtındı, durdu. Onlara da kulak asmadıkları gibi meslek odalarının adlarındaki Türk ve Türkiye ibaresiyle uğraşıp durdular. Yetmedi, binaların sağlam olması için getirilen yasal standartları hiçe saydılar, çürük inşaatları meşrulaştıran imar afları çıkaran 20 yıllık AK Parti iktidarı ve iktidarın başı, depremzede illerin on birinde de peşin sıra çıkardıkları imar aflarını seçim meydanlarında bir müjde gibi sundu. Bu sayede Çürük bina yapıcılarının, bir bakıma çarpık kentleşme müteahhitlerinin partisi haline gelmiş olan Adalet ve Kalkınma Partisi, rant talan ve yağma ekonomisinin çarklarını çaktırmadan bir şekilde çevirmeye devam etti. Yalan mı? 1999 yılında meydana gelen Marmara depreminden bu yana geçen 24 yılda İstanbul’daki çürük binaların sağlamlaştırılmaları veya yıkılarak yeni baştan yapılmaları, kamu binalarının sağlamlaştırılması sonucunda kentsel dönüşüm yapılmasından hep söz edilip durulurdu, belki anımsayacaksınız. Büyük Marmara depreminin hemen ardından bu konu kaçınılmaz olarak gündeme gelmişti. Hemen herkes kentsel dönüşümün şart olduğunu görüyordu. Ama kentsel dönüşümün bir sakıncası vardı. Kentsel Dönüşüm dediğinizde bu iş hemen olmuyordu, işin usulüne uygun gerçekleşmesi için epeyce zaman gerekiyordu. Ne var ki zamanında çözüm için kollar sıvanıp doğru dürüst bir program yapılsaydı eğer, bugün aradan geçen 24 yıl içinde çok büyük bir başarılmış olacak, büyük ölçüde kentsel dönüşüm tamamlanmış olacaktı. Ama olmadı işte!..

Ama sizlerde biliyorsunuz, gerçekte hiçbir şey yapılmadı. Mega kent İstanbul’un varlıklı kesimlerinde kentsel dönüşüm, adeta rantsal dönüşüme çevrilerek yaşama geçirildi. Depreme karşı mücadelede ilk yapılacak şey binaların yer sarsıntısına dayanıklı olarak yapılması, imar mevzuatının bu gerekliliğe yanıt verecek şekilde düzenlenmesidir. Biraz önce de belirttiğim gibi bu alanda hiçbir şey ne yazık ki yapılmadı. Yapılmadığı gibi bir de üstüne yeni imar afları çıkarılarak, çürük binalar meşru hale getirildi. Depremle mücadelenin ikinci ayağı da deprem sırasında ve hemen ertesinde enkaza çabuk ulaşılması, halkın toplanma alanlarında bir araya geleceği, üzerinde çadır kentler oluşturulacak toplanma alanlarının hazır edilmesi, sarsıntıyla birlikte çıkacak yangın ve bulaşıcı hastalıklara karşı hazırlıklı olunmasıdır. İstanbul’da bu alanlarda da 1999 depreminden bu yana gerçek anlamda hiçbir iyileştirme olmamıştır. Olmuştur, diyen varsa çıksın söylesin!.

 Dahası 1999’dan bu yana geçen süre içinde daha o tarihte de yetersiz olduğu belirtilen toplanma alanlarının bir kısmı daha imara açılmıştır. Bununla birlikte aradan geçen zaman zarfında mega kent İstanbul’un nüfusu beş beş buçuk, altı milyon daha da artmıştır. Bu size aktardığım bilgilerden de anlaşılacağı üzere İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bu konuda da ve bir kez daha doğruyu söylememektedir. Öyle değil mi? Çünkü eli kulağında denilen olası İstanbul depremine ilişkin mevcut iktidarın hiçbir ciddi hazırlığı yoktur, anlaşılan ve görülen odur!..