‘Yalan, dolan, seviyesizlik’ günümüzde ‘aldatma ve kandırmaya’ yönelik olarak ‘aydınlanma ve akıl çağının’ önüne geçmiş durumdadır. O yüzden üstat Soner Yalçın’ın geçenlerde bir yazısında değindiği gibi asla sizi kandırmalarına izin vermeyiniz: Soner Yalçın, Sözcü gazetesi ve ODA TV’de yayımlanan o yazısında
Konuya ilişkin özetle şu görüşlerini dile getirmektedir; Çağımız bilgi çağı değil. Çağımız dijital çağı, çağımız iletişim çağı da değil. ‘Aydınlanma Çağı’ ya da ‘Akıl Çağı'ndan günümüzde Yalanlar Çağı’na geldik! Yani: Çağımız yalancılık çağı! Çağımız aldatma çağı! Çağımız ikiyüzlülük çağı!..
Gelişigüzel söylentilerden, pembe yalanlardan bahsetmiyorum. Gücünü pekiştirmek için ‘ihtiyaç duyduğu alternatif gerçekliği yaratmak için’ hesaplanmış planlı ve programlı yaratılan kandırmalardan bahsediyorum. Özellikle ulusal güvenlik kurumlarının, korku yaratarak yaptığı çok fazla siyasi yalan tehlikeli sorun haline geldi. Tek kanıt aranmaksızın peşinen suçlu ilan edilerek milyonlarca insan katledildi bu dünyada. Sanırım bu çağın, “Saddam Hüseyin bakteriyolojik silah geliştirdi” kara propagandası ile başladığını söyleyebiliriz. Ki arkası hep geldi; adaletsizlik dünyayı esir aldı, almayı sürdürüyor. Günümüzde yalanlar daha kolay, daha kabul edilebilir hale geldi ve ulusal ruha daha fazla yerleşti. Böylece: Kargaşadan, sürekli savaştan, yasa dışı dijital gözlemden, istiladan, arama-el koyma gibi maruz kaldığımız sürekli gerilim durumunu normalleştirir olduk! Aslında buna mecbur bırakıldık. Yalancı bir sisteme karşı giderek daha savunmasız hale geldik!
İşte: Balyoz kumpası davasında Çetin Doğan Paşa’nın başına gelenler bunların sonucudur. Sonrasında ise 28 Şubat kumpası. Çetin Doğan Paşa’ya 28 Şubat davasından müebbet hapis cezası verildi! 7 yıldır hapiste sağlık sorunlarıyla boğuşuyor. O ve diğer paşalar Soner Yalçın’ın deyimiyle ‘Hakikat aranarak mı’ mahkûm edildiler. Elbette hayır! Bin bir kez hayır! Siyasetin kan davasına dönüştürülerek mahkemelerin buna alet edilmesi Türkiye siyasal tarihinde ilk değildir kuşkusuz. Dün de güçlü, ayrıcalıklı ve kendilerini hak sahibi hissedenlerin işkence tezgahları, idam sehpaları, faili meçhul cinayetler gibi ne vahşetler yaptığını yaşadık. Ama bu bahsettiğim karanlık süreçlerde şunu da gördük; uzun vadede ‘güçlüler de güçsüzler kadar savunmasız hale’ geliyor, gelebiliyorlar. Tıpkı bir zamanlar Refah Partililerin, sonrasında AK Partililerin çok eleştirdiğine benzeyiverdi. Yani “Düşman ceza hukuku” AK Parti iktidarının muktedirleri elinde ‘korkunç bir silaha’ dönüşüverdi. 85 yaşında bir emekli asker, ağır hasta olmasına, çok ağır ameliyat geçirmesine rağmen kör bir inatla hapiste hala niçin tutulmaktadır? Kindarlık duygularıyla ‘Öç alma’ dışında bunun tek açıklaması yoktur, olamaz da!...
Aslında AK Parti iktidarının muktedirlerinin bu çok sert ve acımasız tutumuna hiç şaşırmıyorum. Beni asıl şaşırtan başkadır: Şaşırdığım şey, toplumun yaratılan yapay bu korkunun doğurduğu yalana bu derece inanmasıdır. Ya da buna salt ‘inanmak’ demeyelim. Kitlesel olarak, İnanmış gibi yaparak sessizliğini, tepkisizliğini sürdürmesi, diyebiliriz aslında. Evet, öyle sanıyorum ki, ustalıkla örülen yalana karşı yeni bir cephe açma gönüllüsü değildir. Bu nedenledir ki, bu güzel ülkemizde hala “her koyun kendi bacağından asılmaktadır!” Dahası ülkemizde halen “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışı egemen durumdadır. Yalanlar çağı; Türkiye'de bir hayli hızlı ilerledi, ilerliyor. Sonuçta toplumsal travmalar her geçen gün daha da büyüyor. Bu türden toplumsal travmaların yarattıkları ‘gerçeğin kaybı/özgürlüğün kaybı’ ile bize yansıtmayı sürdürmektedir ne yazık ki!..
Doğrudan ‘Ulusal güvenlik unsuru’ olabilecek türden korkuları soyut anlamda büyük bir ‘korku aparatına’ yani ‘Kriminal’ hale dönüştüren günümüz otoritesi olan bu iktidar, kitleleri ‘örgütsüz’ yani ‘bir başına bırakma’ stratejisini başarıyla uygulamaktadır. Şiddet içermeyen protesto geleneği bile yok edilmeye çalışılıyor. Buradan şunu anlamak ve dolayısıyla çok zor olmasa gerek;
Mesele sadece yaşı 80’nin üzerindeki paşaları hapiste tutarak acı çektirilmesinin çok ötesindedir. Aslında Çetin Doğan Paşa ve diğerleri hapiste değildir, bizler yani bu toplumun özgürlüklerden yana, aydınlıkçı demokratları, bilinçli aydınları dört duvar arasındayız! O yüzden eğer özgürlüğümüzü korumak istiyorsak, o zaman her durumda ve her koşulda daima ‘gerçeğin peşinden gitme’ konusunda bizlerin ciddi sorumluluk ve yükümlülüklerimiz vardır. Asıl olan bizlerin yalan kuşatılmışlığını bir an önce yarmamız olmalıdır. Çünkü bu cendereden kurtuluşun yolu, İnsanın insanlığını kaybetmemesinden geçer Şundan asla şüpheniz olmasın: Elbet bir gün ‘bu karanlık dönemler biter. İyilik kötülüğe, gerçek yalana’ mutlaka galip gelir, gelecektir!..
Yorum yapın