DOBRA DOBRA

Bugün yazıma Tıbbi bir gerçeği bir kez daha yineleyerek başlamak istiyorum. Uzun süre kullanılmayan
yani hareket ettirilmeyen bir kas yorulduğunda ya da alışık olmadığı ölçüde zorlandığında şişer. Kasın
verdiği bu tepkiye ise tıpta 'tutulma' denir. Ayak tutulur, kol tutulursa, geçen süre içerisinde kişiye
büyük acılar verir. Bunu gerektiği durum ve zamanlarda sosyolojiye yani toplum bilimine çevirirsek de
şunu söyleyebiliriz; Bizler, yani toplumun büyük çoğunluğu 'akıl tutulması' yaşıyor. Siyaseti pek
sevdiğim söylenemez. Ama işim gereği, çok sevdiğim gazetecilik uğruna 33 yılı aşkın bir süredir yerel
siyasetin ister istemez içindeyim. Siyaseti ve siyasetçileri yerel ölçekte çok iyi öğrendiğime ve
tanıdığıma inanıyorum. O pek sevmediğim ama nefrette etmediğim siyaset ve siyasetçilere ilişkin
sıkça yazdığım makalelerle aklımın yettiği kadarıyla sürekli bir şeyler anlatmaya çalışıyorum, bazen de
sert sayılabilecek eleştiriler yöneltiyorum. Siyaseti pek sevmememin nedenlerini kısaca sıralamak
gerekirse öncelikle ben akıldan, bilimden, doğruluktan, dürüstlükten yana bir insanım. Dahası çokta
duygusalım. Kimi aptalların ‘salaklık’ diye tanımladığı aşırı saflığımda cabası!.
O nedenle siyasetin bilim içine sokulduğunda sonuçlarının ne olacağını çok iyi kestirebiliyorum.
Örneğin, çok önemli bir ilacın bulunmasının hemen öncesinde, durumu 'siyaset' açısından
değerlendirecek bir kişi olsa büyük olasılıkla çıkıp şöyle diyecektir; "Yahu ne gereği var bunun, hem
zaman kaybı hem de zarar ve ziyan. Geceden bu yana ışıklar yanıyor. Kaç para elektrik faturası geldi
geçen ay haberiniz var mı?" Yine, son derece tehlikeli bir hastalığın ortadan kalkmasının son aşaması
olan hayvan deneyi öncesi siyasi bir bakış hayal edin; "Neden fareleri öldürüyoruz ki, günah değil
mi? Annesi babası vardır. O da bir can taşıyor. Senin üzerinde yapsak bu deneyleri iyi mi
olur?" Gayet uç noktada, karikatürize biçimde bu iki örneği vermişken, şunu da söylemeden
geçmeyeceğim; Siyaseti yapacak kişiler en zor durumdan kurtuldukları an, kendilerini iyileştiren
ilaçların 'ne şekilde elde edildiğini' pek umursamayacaklardır. Burada siyaseti yapan kişinin siyaseti,
derdin ucu kendine dokunana kadardır. Siyaseti bu nedenle pek sevdiğimi söyleyemiyorum. Çünkü
siyaset, gerçekten ikiyüzlüdür. Siyaset ikiyüzlüdür de acaba o siyaseti yapanlara inananlar nasıldır?
Üstelik tüm siyasetçiler için ‘ikiyüzlüdür’ diyebilir miyiz? Sizleri bu yazımı okurken şöyle
düşündüğünüzü veya düşünebileceğinizi tahmin edebiliyorum. Şunu iyi bilin ki, verdiğiniz veya
vereceğiniz yanıtta asla yalnız değilsiniz. Bu yanıtın ne olduğunu ne olabileceğini hemen herkes zaten
biliyor. Ancak ben size 'bilmediğiniz' ya da bir türlü ‘kestiremediğiniz’ veya 'anlayamadığınız' bir şey
söylemek istiyorum;  ‘Akıl tutulması!.' 
Siyasetin en büyük tehlikelerinden birisi de bizleri yani toplumu 'akıl tutulmasına’ itmesidir. Bizler,
tıpkı kaslarımızın arada bir tutulduğu gibi akıl tutulmaları yaşıyoruz. Belki kas tutulmasında olduğu
gibi 'anında' canımızı yakmıyor. Ancak gün geçmiyor ki o akıl tutulmalarının
mutlaka 'sızısını' hissediyoruz. Birileri de bizlerin 'aklımızı' kullanmamızı olanildiğince engelliyor,
dolayısıyla düşünmemizi de engelliyor. Kendi fikirlerimizi benimsemiş, kendimize yakın hissettiğimiz
kişilerin bazen de olsa ağız dolusu saçmalıklarıyla tatmin olmaya yani ‘kendimizi kandırmaya’
çabalıyoruz. O nedenle aklımızı kullanmayı da işte böyle zamanlarda bir kenara bırakıyoruz. "Birileri
zaten bizim yerimize düşünüyor, en iyisini yapmaya çalışıyor" diyenlerimiz yok mu? Elbette var!
Oysa yanılıyoruz. Çünkü bu aslında hem aklımızı hemen hiçbir yerde kullanmamızı bize öğütlüyor hem
de aklımızı kullanmaya karar verdiğimizde kendi kendimizden kuşku yönünde adeta bizleri teşvik
ediyor. Manipülasyonun yani yönlendirmenin bu nedenle hiç ama hiç farkına varmıyoruz. Böyle
olunca da 'uzmanlık' ve 'bilim' de kaygılarımız arasından çıkıveriyor. Bir iki süslü sözü(!) hafif yağda
kızdırıp, üstüne salçalı su ekleyen hemen herkese 'usta aşçı' gözüyle bakıyoruz. Sap ile samanı
maalesef birbirinden ayırt edemiyoruz. Gözlerimizi kullanmayınca zamanla adeta körleşiyoruz. Tat
alma duyularımızı yitirmişiz. "Bu yemek olmamış!" demiyor, "Eline sağlık" diyoruz. Biz yapsak, belki
de, daha iyisini yaparız ama maalesef fark etmiyoruz, ya da fark edemiyoruz! Yazımın sonuna
gelirken bilhassa şunu belirtmemde yarar var; Evrende, dünyada, Avrupa da, Ortadoğu da
memleketimiz Türkiye’de hatta Balıkesir’de  'yanlış' olan yanlış giden pek çok şey var. İşte bu
yanlışların, hataların, kusurların, tersine giden şeylerin farkına varabilmek için öncelikle akıl

tutulmasından kurtulmamız gerekiyor. Aksi halde akıl tutulmasından dolayı yaşanan ve gün geçtikçe
yoğunlaşan ‘aymazlık hali’ yakın gelecekte korkarım hepimizin sonuna getirmeye vesile olacaktır. O
zamanda akılları tutulmayanlar dahi ‘kurunun yanında yaşta yanar’ misali kaçınılmaz biçimde yanıp
yok olacaklardır, tıpkı bugünlerde olduğu gibi..