Normal şartlarda iş makinelerini görünce sevinmesi lazım insanın…
Ama o iş makineleri fabrikalarda olduğunda güzel.
Yeşilin içine soktunuz mu insanın nefes kesiliyor.
Sokanların ne kalbi, ne vicdanı, ne aklı var zaten.
Hep aynı terane.
ÇED olumluymuşmuş.
Madenciler kesecekler, biçecekler, yok edecekler, zehirleri akıtacaklarmışmış da sonra giderlerken eski hale getireceklermiş, doğa böylece eski hale gelmiş olacakmışmış da çevre zarar görmeyecekmişmiş…
7 yaşındaki çocuğa söylesen bunları “hadi canım” der, inanmaz.
İnanılması ve gerçekleşmesi mümkün değil çünkü.
Hangi madenin çekip gittikten sonra o bölgenin eski haline döndüğünü gördünüz?..
Türkiye’nin tüm cennet noktalarına hançer sapladılar.
1990’lardan itibaren başlayan ve yıllar içinde takibi imkansız sayıya yükselen madenlerle zengin olan Türkiye olsa neyse…
Kendi ülkende kendi madeninde sana sadaka bırakıp gidiyor elin oğlu.
Türkiye Cumhuriyeti olarak buna izin veriyorsun…
Kendi ülkesinde bir ağaç kes/e/meyen yabancı şirket geliyor buraya, yüzbinlerce ağaçı yok edip gidiyor.
Madenlerle, RES’lerle, JES’lerle, HES’lerle; yetmedi nükleer santrallerle cehenneme dolu dizgin gidiyoruz.
Ormanın içine, yeşilin içine saplanan her maden hançerdir.
Çıplak, çirkin, zehir bir görüntüden başka bir şey kalmıyor çekip gittiklerinde.
Köy hayatı bozulur mu; toprak bozulur mu, tarım bozulur mu, su kaynakları bozulur mu?...
Vahşi kıyımdır bu vahşi kırımdır; telafisi yok, geri dönüşü yok, geriye alınması yok.
Bunlara izin verilirken davalar açılıyor davalar sürüyor, tedbir kararları veriliyor; dava bitene kadar Üsküdar’ı değil Avrupa’yı geçiyor atı alan.
Tedbir kararlarını dinleyen zaten yok.
Köylüler “dokunmayın toprağıma” diyor.
Dokunuyorlar.
“Dokunmayın suyuma” diyorlar.
Zehirliyorlar.
“Toprağın üstü altından daha değerlidir” diyorlar…
Altın daha değerli diyorlar.
Teeee 1990’lı yılların ortalarında “Zeytin mi Altın mı” başlıklı kaç yazı yazmıştık…
Büyükdere ve Küçükdere’deki madenler için….
O günler iyi günlermiş…
30 yılda ülkenin maden girmemiş noktası kalmadı.
Ve hep “zeytin” kaybetti, biraz gerilediler yine geldiler, biraz uyumuş rolü yaptılar ama hep uyanıktılar.
Yabancı şirketler, çok uluslu şirketler vazgeçmedi, pes etmedi…
Her türlü yasal işlerini halledip devam ettiler.
Devlet dur demedi; onlar da şaha kalktı.
Netice… Her yanımız yara bere içinde…
Uydu fotoğraflarına bakın cennet noktaların…
Madenlerin bulunduğu yerlere bakın…
İnsan olanın vicdanı dayanmaz…
Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumluymuşmuş da…
Gereken önlemler alınıyormuşmuş da…
Çalışma sahasını eski hale döndürüp gidecekmişmiş şirket de…
Köylü inanmıyor, çocuk inanmıyor, yaşadıklarımız ve gördüklerimiz zaten inanmamıza imkan ve ihtimal vermiyor.
Ama bir tek devlet inanıyor.
Kendi zenginliğini bitirir mi bir ülke?..
Gelecek ve bu topraklar sadece bugünü yaşayanların mı?..
Vebali büyük bu kıyımların… Affedilmesi mümkün değil bu kırımların…
30 yıl önce de “zeytin mi altın mı” dendiğinde “zeytin” diye seslenmiştik…
Zeytin, orman, yeşil, doğa her şeydir.
Doğayı bitirdiniz mi altınla tamir edemiyorsunuz o hasarı.
Bunu ne zaman anlayacaklar; bunca doğal afet ve doğanın uyarı ikazlarına rağmen…
Ne zaman?..