Uygarlaşma; insanı çağın değerlerine göre yetiştirmeyi öngören toplumsal bir düzende gerçekleşir. Bu da toplumu mutlu kılacak ‘üretim-tüketim-gelişim’ bütünleşmesini gerçekleştiren altyapının oluşturulmasına bağlıdır. Düzen öyle kurulmadıkça insandan verimli çalışma beklemek boşunadır. Üstelik yönetimi elinde tutanlar kendilerini zenginleştirip halkı daha da yoksullaştırıyorsa ilkçağlarda olduğu gibi egemenlerin gücü gittikçe artar, insanı duyarlık körelmesine uğratan köleleşme başlar. Uygarlık söz konusu olduğunda milattan önce 234 yılında doğan Romalı devlet adamı Markus Porcius Cato’nun söylediği şu söz hemen aklıma gelmektedir; “Ahmaklardır ki uygarlığı salt görkemli yapılarda arayanlardır!”
Çağımızda uygarlık denince gözde ucu bulutlara eren yapılar, süslü caddeler, geniş meydanlar canlanır. Romalı devlet adamı ve düşünür Cato’ya bu çıkışı, o dönemin bu tür görüntüleri yaptırmış olmalıdır belki de!..
Günümüzde depremlerin yüz binlerce insanı canından etmesinin nedeni apaçıktır. O yüksek yapıları kuranların kimi gereken çimentoyu, demiri kullanmadığını, temeli iyi oturtmadığını herkes biliyor. Burada ‘tek bilmeyen, yıkıma yol açanları kayırıp görmezden gelenler’ sanırım!..
‘Uygarlık’ felsefe terimi olarak sözlüklerde şöyle tanımlanıyor: Barbarlık döneminden çıkıp her toplumun, törelerine uyarak daha iyi bir yaşama düzeyi kurmaya çabalamak, bilimde, sanatta, teknikte ilerlemek, edinilen kültürleri geliştirerek daha iyi yaşanacak bir ortam yaratmak, uygar insana yakışacak davranışlarda bulunmak. Bundan da anlaşılıyor ki uygar olmak, yaratıcılığı, duyarlığı, düşüncesiyle iyinin de kötünün bilincinde olan insana özgüdür. Özetle, uygarlaşma, topluma insanca yaşamayı öğretir. Ülkemizde uygarlaşmanın ilk adımı, bence 90 yıl önce Atatürk’ün Cumhuriyetin 10. yılında vurguladığı şu tümceyle atılmıştır: “Çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet bilimdir.”
Ancak ne acıdır ki, hemen her dönemde Atatürk ilkelerinden biri çiğnendiğinden insanımız uygarlaşacağına daha da ilkelleşmiştir: Araştırmalar yalnızca geçen yıl ekim ve kasım aylarında 80 kadının öldürüldüğünü gösteriyor. Özellikle büyük kentleri hırsızlar, dolandırıcılar sardı, sarmaladı. Daha geçen ay, yani aralık ayında geleceğin umudu iki üniversite öğrencisi kendi canına kıydı. Kimi gençler de kurtuluşu, canlarını yurtdışına atmakta buluyor. Doktorlar arasında da öylelerine rastlanıyor. Sokaklarda uyuşturucu kurbanı çocuklar yakalanıp hapse atılıyor. Çocuk tecavüzleri her gün biraz daha artıyor. Ortada önemli bir neden yokken kavgaya tutuşup birbirlerini öldürmek neredeyse güncel olaylardan sayılıyor. Şimdi buradan sormak isterim herkese; Nerede kaldı Atatürk’ün ‘uygarlık yolu, müspet bilim yuvaları, üretim-tüketim-gelişim bütünleşmesini sağlayan dayanışma çabaları ve hamleleri?
Sevgili okurlarım, bu iktidarın ve şürekasının belki de bu ülke halkına yaptığı büyük kötülüklerin başında, insanları açlığa mahkûm etmenin yanında, adaleti yok etmek, toplumu düşman kamplara bölmek, kültürümüzü ilkelleştirmek ve de en önemlisi dilimizi bozmak geliyor: İktidarın en yukarıdan en aşağıya kadar kullandığı ‘NEFRET DİLİ’ siyasette ve elbette siyasetin de etkisiyle, gündelik hayatta egemen oldu. Böylece, sadece dilimiz değil, terbiyemiz, nezaketimiz de bozuldu. Nezaket ve terbiyemiz bozulunca ilişkilerimiz de bozuldu. Elinde en ufak bir yetki kırıntısı bulunan bürokrat veya sorumlular, vatandaşa tepeden bakmaya, hakaret etmeye başladı. İktidarın en üst düzeyinde sürekli kullanılan ve bütün televizyonlardan kulaklarımızı tırmalayan, gazetelerin manşetlerinden belleklerimize kazınan nefret sözcüklerinin bazılarını aşağıya çıkardım. Bakın iktidar, rol modelimiz olarak, sürekli kullandığı sıfatlarla konuşma dilimize ne yönde katkılarda(!) bulunmuş. (Lütfen dikkat; nefret ifade eden bu sıfatların önemli bir bölümü, saygınlığı olan parti liderleri için veya iktidara karşı hak ve özgürlükler bağlamında protesto eylemi yapanlar hakkında kullanılmıştır. Kimlik ifade eden siyasal veya etnik sıfatlar ise aşağılamak amacıyla kullanıldığından doğrudan ‘nefret suçu’ kavramına girerler.) “Adi, ahlaksız, affedersin Ermeni, alçak, ananı da al git, bunlar ateist, cibilliyetsiz, çapulcu, çakal, çamur, çürük, edep fukarası, edepsiz, eşkıya, gafil, geri zekâlı, haysiyet fukarası, haysiyetsiz, imansız, iki ayyaş, İsrail dölü, kan emici, kitapsız (dinsiz anlamında) bunların hepsi komünist, mankafa, namert, namussuz, onursuz, ölü sevici, rezil, sanatçı müsveddesi, sefil, şerefsiz, soysuz, sürtük, terörist, tezek, vampir, virüs, yalaka, bunlar Zerdüşt, zürriyetsiz!”
Ben bu önümüzdeki yerel seçimlerde başta Balıkesir’imiz olmak üzere tüm yurdumuzda bu dili konuşan herhangi bir partinin temsilcisine asla emanet etmek istemediğimi özellikle ve ısrarla belirtmek istiyorum.
Yorum yapın