İnsanoğlu ne garip bir varlık…
Ulaşamadığı şeyin peşine düşer, gözünde büyütür, en güzeli, en iyisi, en fazlası olsun ister, bir tutkuya, bir hayale dönüştürür…
Onu elde ettiğinde ise çoğu zaman unutur. Hatta bazen, uğruna gece gündüz dua ettiği şeyler için burun kıvırır hale gelir. Doymayan bir içimiz var sanki doymayan bir nefsimiz…
Hep daha fazlası, hep ötesi…
Elindekini göremeyen bir göz, sahip olduklarını hissedemeyen bir kalp, sahip olduğu anda başka şeylere meyleden bir nefsimiz…
Ne tuhaf değil mi, insan ulaşamadığı şeyin peşinde ömrünü tüketiyor ama ulaştığında da nadiren kıymetini biliyor. Sanki elde edince büyüsü bozuluyor! ‘Bir elimde olsa’ dediklerimiz, elimizdekilerden daha kıymetli hale gelmeye devam ettiği sürece de hiçbir şey bizi doyuramayacak!..
‘İnsan ulaşamadığı şeyin delisi, ulaştığı şeyin nankörüdür’ Ne kadar da doğru… Bir hayalin peşinden koşarken nasıl da büyütürüz onu gözümüzde…
Sonra bir gün gelir sahip oluruz, bir bakmışız eski heyecandan eser kalmamış!..
Bir çocuk istediği oyuncağı elde edene kadar nasıl heyecanlanır, yaygara koparırsa, biz de hayatın birçok alanında öyleyiz. Ama çocuklar oyuncağını kısa sürede unutur çünkü doğalarında vardır bu…
Peki ya biz?..
Biz büyüdük sandık, bazı huylarımız çocuklukta kaldı sandık. Oysa hala aynıyız, sadece oyuncaklarımız değişti…
Yıllar önce bir arkadaşım dert yanmıştı: ‘Yıllarca evlenmek istedim, dua ettim, sonra evlendim. Şimdi de şikâyet ediyorum. Madem böyle olacaktı, neden bu kadar istedim?’ dedi. Aslında bu cümleyi, farklı konularda, hepimiz içten içe söyleriz. Öğrenci olunca mezun olmayı isteriz, mezun olunca iş, iş bulunca terfi, evimiz olur yetmez, büyüğünü isteriz. Sahip olduklarımız gölgede kalır, göremeyiz. Hep daha iyisi vardır kafamızda. Oysa zamanında elimizdekiler hayallerimizdi, unuturuz…
Çok istediğimiz, hayalini kurduğumuz bir şey olmuştur ama zamanla o heyecan yerini alışkanlığa, alışkanlık da çoğu zaman yerini nankörlüğe bırakmıştır…
Sözün özü; insan aslında çoğu şeyi yaşarken değil, kaybederken anlıyor. Bazen en çok istediğimiz şey, elimize geçtiğinde en çabuk unuttuğumuz oluyor. Oysa dünün hayali bugünün gerçeğiydi. Ne çabuk alışıyoruz ne çabuk unutuyoruz…
Belki de biraz durup düşünmek lazım. Neye sahip olduğumuzu, neyin hayalini kurduğumuzu ve neden kıymet bilmediğimizi…
Şükretmenin sadece dille değil, kalple olduğunu hatırlamak lazım. Elimizdekine gönülden sahip çıkmak, onun değerini başkasının eline geçince fark etmeden önce fark etmek gerek. Elindekini fark eden, kıymet bilen ve gönülden şükreden bir duruşumuz olmalı…
Hayat sürekli daha fazlasını istemekle değil, elindekinin kıymetini bilmekle güzelleşir. Hayat sahip olduklarının farkına vardığında gerçek anlamını bulur. Ne çok şeye sahibiz aslında ve ne az kıymet biliyoruz…
Unutma, ulaşınca unutanlardan olma! Elindekilerin kıymetini bil ki, hayat sana daha fazlasını sunmakta cimri davranmasın…
Yorum yapın