Sizce de öyle değil midir? Bir tas çorbanın fiyatı Balıkesir’de bile en az 70 lira. Bir yarım ekmek tost 70-80 Lira. Simit küçülerek ve de zamlanarak bugünlere geldi ve şimdilik fiyatı on iki buçuk lira ama yakında 15 Lira olursa sakın şaşırmayın! Bu noktada esnafa ‘neden zam yapıyor?’ diye kızmanın ötesinde ‘ucuz gıda artık neden hayal oldu?’ sorusunun yanıtını ciddi anlamda araştırarak, çeşitli kaynaklardan derlediğim bilgileri sizlere sunmak istedim. Geçen yıl buna benzer içerikte bir yazım yine bu sütunlarda yayımlanmıştı. Şimdi sizlere o yazımın güncellenmiş ve de biraz özetlenmiş halini tekrardan sunuyor, sizlerle paylaşıyorum: Her üründe olduğu gibi gıdada da girdi fiyatları artışı üretim maliyetlerini, arkasından üretici fiyatlarını yükseltti. Bunu TÜİK’in yeni açıkladığı mayıs ve bu hafta açıklayacağı haziran ayları tarım ÜFE (üretici fiyat endeksi) verilerinden gayet anlaşılır biçimde anlamak mümkündür. Yaz aylarında da domates, biber, patlıcan, salatalık ve benzeri yaş meyve sebzenin, ekmeğin, et ve süt ürünlerinin ucuzlama beklentisinin ütopik bir hayalden öte geçmeyeceği bu açıklanan, açıklanacak verilerin yer aldığı tablolara bakıldığında artık her şeyin yalan olduğunu görmekteyiz. Ucuz gıdanın hayal hatta yalan olmasının nedenini yalnızca girdi fiyatlarının yükselmesiyle açıklamak, tek adam yönetiminin “Dünyada da gıda fiyatları artıyor” türünden söylemlere katkı koymak anlamına geldiğini artık gayet iyi bilmekteyiz…
Memleketimizde ‘gıdanın kolaylıkla ulaşılabilir ve de ucuz olmaktan çıkması’ kanaatim odur ki, 2018 yılından bu yana ‘tek adam’ yönetiminin ısrarla uyguladığı savruk ve öngörüsüz ‘NEO LİBERAL’ tarım politikalarının sonucudur. Bunun başka bahanesi yoktur. Çünkü uygulamalarıyla tarımsal üretimi yerli ve uluslararası tekellerin denetimine verilmiştir. Tarımsal yapı dağıtılmış, üretim deseni bozulmuş, küçük aile işletmeleri örselenmiş, dayanışma ağları parçalanarak etkisizleştirilmiştir. Elinden tohumları alınmış, girdi sağlayıcılara bağımlı kılınmıştır…
Sizlerde gayet iyi anımsayacaksınız; üreticiler çiftçiler, geçtiğimiz yıl ocak ve mart aylarında Ankara'ya gelmiş ve Tarım ve Orman Bakanlığı önünde eylem yapmışlardı. Kamucu anlayışla üretimi destekleyen, yönlendiren tarımsal üretim yapan KİT’ler 90’lı yıllardan başlayarak aşamalı olarak özelleştirilmişti. Tarımla ilgili Ar-Ge çalışmalarının yapıldığı, yerli tohumun üretildiği kamu işletmeleri, onlara bağlı araziler yap, işlet, pay ver modeliyle devredildi. Çiftçiler tohum üzerinden tarımsal kimyasalları yani gübre, tarım ilacı, bitki geliştiriciler ve benzeri ürünleri üreten uluslararası tekellere bağlandı. Nişasta bazlı şekerin yani mısır şurubunun önünü açmak için pancar ekim alanları daraltıldı, aşamalı olarak yok edildi. Şeker fabrikalarının çoğu özelleştirildi. GDO’lu yem ithalatına izin verildi, yetmedi tarım arazileri enerji, maden ve inşaat sektörlerine açıldı. Acele kamulaştırmalar yapılarak milyonlarca hektar tarım arazisi üretim dışına çıkarıldı. Çiftçileri tutsak alan sözleşmeli üreticilik başlatılarak, üretim yerli/uluslararası tekellerin yönlendirmesine bırakıldı. Tüm bunlarla da yetinilmedi. Çiftçileri üretimden koparmak, dayanışmalarının önünü kesmek için üretici birlikleri yeniden düzenlendi. Yeni çıkarılan ‘Üretici Birlikleri Yasası’ ile hem tarımsal örgütlerin kontrolü sağlandı hem çiftçilerin birliktelikleri bozuldu. Suyu meta durumuna getirmek için DSİ’nin görevleri yeniden yapılandırma adıyla sınırlandırıldı. Son süreçte yeni çıkarılan ‘Su Birlikleri Yasası’ ile her üyenin bir oy hakkı elinden alındı. Parsel büyüklüğüne göre oy hakkı tanınarak küçük çiftçiler yönetimden uzaklaştırıldı. Sudan etkin yararlanmalarının önü kesildi. Tarıma destek, milli gelirin en az yüzde 1’i olması gerekirken, hiçbir zaman yüzde yarımı geçmemiştir.
Önemli not: (Bu sizlerle paylaştığım istatiksel bilgiler Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin İnternet sayfasında daha ayrıntılı biçimde yer almaktadır.)
Ucuz gıdanın ulaşılabilir olmasının önündeki kanımca en büyük engel, ‘tek adam’ zihniyetinin uyguladığı akıl ve bilim dışı tarım politikalarıdır. İzlenen bu politikalarla ülkemizin tarımsal yapısı dağıtılmış plansız ithalata dayalı endüstriyel tarımın önü açılmıştır. Yetersiz kalan destekleme ve girdi maliyetlerinin artmasıyla küçük aile işletmeleri sistem dışına çıkmıştır. Üreticinin toprakla olan bağı koparılmış, çiftçi daha da yoksullaşmış, dolayısıyla üretimden vazgeçmiştir. Oysa ucuz gıdanın sürekliliği, insanların doyması, küçük aile işletmelerinin toprakla barışık olmasına bağlıdır. Bu anlatmaya çalıştığım mevcut durum eğer sürerse, yakın gelecekte ucuza gıda yalan olduğu gibi, pahalıda olsa gıdanın bulunabilir olmaktan çıkıp, tam anlamıyla bir ‘ulusal güvenlik sorunu’ haline gelebileceğini söylemek zorundayım. Sonra ‘demedi’ demeyin sakın!..
Yorum yapın