Bugün yazımı ‘Türklük’ üzerine birkaç kelam etmeye ayırdım. Nedenine gelince, kimileri ve de birileri ‘Türklük’ kavramının yerli, yersiz yergisini ve kavgasını yapmaktan hiç çekinmemekte hatta utanmamaktadır. Kimi ‘adetdendir’ diyerek Türklüğü aşağılama cüreti gösterirken, kimileri ise Türklüğü ırkçı ve faşist bir kavram olduğunu utanmadan öne sürmekte ve savunmaktadır. Başka birileri ise düne kadar ayaklar altına aldıkları Türklüğü bugün yüceltme gayreti içine girmişler, popülist bazlı politik söylemlerine alet etmektedir.

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve birinci Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk denir! şeklindeki sözleriyle Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini çok iyi biçimde açıklamaktadır. Bu ülkede yaşayan insanların etnik kökenlerine bakılmaksızın herkes Anayasal ve Kültürel anlamda Türk’tür. Cumhuriyetimizin vazgeçilmez, temel ilkesi olan Laiklik ile de hangi dini inanca sahip olursa olsun, herkesin eşit vatandaşlık bileşkesi Türklük ile pekiştirilmiştir. Türk olmak; Bir ırmağın kolları gibidir. Bu ırmağın ana kolu Türk olanlardan, ikinci önemli kolu Kürt olanlardan oluşmaktadır. Diğer kollar; Arap, Çerkez, Zaza, Gürcü, Abaza, Çeçen, Romen, Boşnak, Arnavut, Laz, Rum, Ermeni, Pomak, Yahudi ve Süryanilerden oluşmaktadır. Her kolun ayrı renkleri olsa da ırmağın ana kolu olan Türk kolunda birleşerek hepsinin bileşkesi ortak karışımı olan renge bürünerek akmaya devam eder. İşte biz buna Türkiye’ de yaşayan tüm halkın ortak rengine kültürel anlamda, Türkiye Cumhuriyeti halkına ‘Türk’ diyoruz. Bu aynı zamanda anayasal anlamda Türkiye’de yaşayan herkesin hukuksal anlamda ‘Türk’ olarak adlandırılması ve kanun önünde eşit olmasını sağlayan bir toplum mühendisliğini anlatmaktadır. Yani ırmağın ana koluna Kızıl Irmak ‘Türk’ dersek, yan kolları da diğerleri olarak görürsek ana kolla birleşen diğer kollar kendi adları ile değil, ana kol olan ‘Türk’ adıyla anılacaktır. Türkiye’de oluşturduğumuz binlerce yıllık birlikteliğimizin ürünü olan yaşama, yeme, giyim kuşam, müzik, mimari, batıl inançlar topluluğu bizi birbirimize benzer kıldığı gibi, birbirimizle kurduğumuz hısımlıklar bizi ‘İrsiyet’ anlamında büyük bir aile kılar. Aramızda dini, milli, etnik anlamda gelenek ve görenekler konusunda farklılıklarımız olsa da benzerliklerimiz farklılıklarımızdan daha fazla olduğunu rahatlıkla görürüz. O zaman farklılıklarımızı değil benzerliklerimizi ön plana çıkarmalıyız. ‘Farklılıklar noktasından birbirimize bakarsak ayrışır, benzerlikler noktasından bakarsak ise kaynaşırız.’ Geçmişte, Osmanlı coğrafyasında ve yakın tarihte Dünya genelinde, kimin başı sıkışmışsa bu ortak kültürel değerimiz olan Türk rengine rahatlıkla sığınmıştır. Kürt kökenli olduğu söylenen Diyarbakırlı Ziya Gökalp “Türkleşmek ve Muasırlaşmak” üzerine adlı yapıtında ‘kültürel anlamda Türkçülüğü’ çok açık olarak anlatmaktadır. Ruslardan kaçan, Çerkezler, Abazalar, Çeçenler, aslen Rus asıllı olan Don Kazakları yine Rus yani Slav kökenli olan Polonyalılar, etnik olarak Türklerle akraba olan Macarlar, Kırım Tatar Türkleri, Çin zulmünden kaçan Uygur Türkleri, Afganistan Türkleri, İran’dan kaçan Fars ve Türki gruplar, Bulgaristan’da geçmişte etnik ayrımcılığa uğrayan Bulgaristan Türkleri ve Pomaklar, Sırpların zulmünden kaçan Boşnaklar ve Arnavutlar, Saddam’ın zulmünden kaçan Kürt ve Türkmenler, Ruslardan kaçan Gürcüler, Fatih döneminde İspanya’dan kaçan Yahudiler, Hitler’in zulmünden kaçan Avrupalı Yahudiler, yoksulluktan ve savaştan kaçan Afrikalı Zenciler, ülkemizde ırkçı ayrımcılığa uğramadan rahatlıkla ortak kültürel Türk oluşumunun içine sığınabilmişlerdir. Osmanlı Döneminde de ‘devşirme ve hısımlık kurma’ nedeniyle çok sayıda gayrimüslim, Rum, Ermeni, Sırp, Bulgar, Macar bu oluşumun içine katıldığı gibi, birçok Türkmen aşireti Kürtleşmiş, aynı zamanda birçok Kürt’te Türkleşmiştir. Avrupa’da Osmanlı döneminde bir kişi Müslüman olursa ‘Türk oldu’ denirdi. Yine Osmanlı coğrafyasından Amerika kıtasına göç edenlere aslına bakılmaksızın kültürel benzerlikten dolayı ‘El Turco’ denmiştir. Türk kültürünün izlerini tüm dünya coğrafyasında bulmak olasıdır. Dünyada bulunan yaklaşık 10 bin yıllık kaya yazıtlarının Avrupa (Finlandiya, Macaristan, Belçika, İngiltere) Anadolu (Amasya) Asya (Kaya ve Orhun yazıtları) ve Ortadoğu (Sümerce) ve Amerika kıtasındakilerin, ‘Türkçe’ olarak okunduğu iddia edilmektedir. Dünya üzerindeki halı ve kilimlerin üzerindeki motif ve sembollerin çoğunlukla ‘Türk sembolü’ olduğu söylenmektedir. Doğu Türkistan da bulunan Mısır piramitlerinden eski devasa piramitlerin ‘Türklere ait’ olduğu söylenmektedir. Bazı önemli tarihçiler, Türk Kültürünün dünyada ‘kurucu kültür’ olduğunu yıllardır öne sürmekte, her yerde anlatmaktadır. ABD’li bilim insanları dünyadaki genetik kodların Türkler üzerinde bulunması yanında, Türk kültürel yaygınlığından da yola çıkarak ‘ilk insan Adem şayet bir dil konuşuyorsa Türkçe konuşurdu‘ şeklinde iddiasını ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak; ‘Türk olmak’ etnik tarafı ağır bassa da ‘etnik’ olmaktan daha çok ‘kültürel anlam’ ifade ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugünlerde, Türklüğü aşağılamanın modaya dönüştürülmek istendiği bir ortamda, ‘Türklük üzerine’ bu yazıyı kaleme almanın yerinde ve yararlı olduğunu düşündüm ve derlediğim bilgileri paylaştım. Umarım, beğeniyle okumuşsunuzdur. Yazımı, Büyük Atatürk'ün 'Ne Mutlu Türküm Diyene' sözüyle bitiriyorum…