TÜRKİYE’NİN KOALİSYONLAR TARİHİ
Siyasi tarihimizin ilk koalisyon hükümetleri 27 Mayıs 1960 darbesinin hemen ardından 1961 yılında gerçekleştirilen genel seçimler sonrası ülkemiz demokrasisinin erken döneminde kurulmuştur. İsmet İnönü, 1965’e kadar kurduğu üç koalisyonla yeni demokrasi dönemini türlü badirelerden kurtarmış, rejimin ayakta kalmasını ve anayasanın gerektirdiği yeni kurumların Anayasa Mahkemesi, Özerk TRT, Devlet Planlama Teşkilatı- oluşturulmasını sağlamıştı. Ama tüm bunların değerlerinin hiçbir zaman bilinmediği de apaçık bir gerçektir. Rahmetli Bülent Ecevit’in 1999’da yaptığı koalisyon, merkez solun kurduğu son koalisyon hükümeti olmuştur. Merhum Ecevit son kez oturduğu Başbakanlık koltuğunu 24 Nisan 1994 kararlarıyla ötelenen ekonomik krizi patlamak üzere iken devralmıştı. Kemal Derviş’i ekonominin başına adeta bir kurtarıcı gibi atanmıştı. Derviş’in uyguladığı acı reçete 2002’de merkez sol oyların yüzde otuzlardan yüzde 20’lere düşmesine sebep olmuştur. Siyasal İslamcılar ise bu süreçte oylarını yüzde 15’lerden yüzde 30’ların üzerine çıkararak tek başına iktidara gelmiştir. Yirmi yıldır iktidarda bulunan AKP’nin iktidara gelişini sağlayan, Ecevit hükümetinin ekonomik kriz ile sona ermesiydi. Türk halkı dolayısıyla seçmeni 2001 krizinde DSP’yi yüzde 20’den yüzde bir buçuğa indirmişti. Ekonomik göstergeler Cumhuriyet tarihinin en derin krizini yaşadığımızı göstermesine rağmen ekonomiyi dibe vurduran AKP hala birinci, iktidara talip olan CHP ikinci partidir. Asıl hareketlenme merkez sağ ve çevresindedir. Babacan, Davutoğlu ve Akşener’in İYİ Parti’sinin ortaya çıkışı AKP tabanındaki zayıflamanın asıl nedenidir. Saadet Partisi ise kanımca Milli Görüş’ün ‘Asrı Saadet’ fraksiyonudur. İktidarın asıl hasımları kendi kitlesine hitap eden sağ partilerdir. Sonuçta CHP, tamamı sağ partilerden oluşan müttefiklerine dayanarak iktidarı devirmeyi planlıyor. Bu ne kadar gerçekçi bir beklenti midir, işte işin orasını çok iyi düşünmek gerekir. İttifak masasındaki diğer partiler ideolojik pozisyonlarını tavizsiz bir tavırla devam ettirirken CHP tüm demokrasi tarihinin tek kusurlu partisiymiş gibi sürekli özeleştiri veriyor. Bu yadırganacak bir durumdur. Muhalefet cephesinde ise şimdilik bariz durumda iki sorun görünüyor: İlki, cumhurbaşkanlığı seçimidir. Parlamenter sisteme geçeceğiz, ülkeyi başbakan yönetecek, düşüncesi ile öne sürülecek karizmasız bir aday seçimi kazanamaz. Halkımız Erdoğan’ın yetkilerini kullanarak sorunlarını çözecek bir adaya oy verecektir. İktidarsızlığa ve de belirsizliğe değil!.
İkinci nokta, AKP karşıtı cephe mecliste göreli bir çoğunluk elde edecek gibi görünse de bu olası tablo fraksiyonları olan zayıf bir çoğunluk görünümünde olacak gibi durmaktadır. Bu koşullarda muhalefetin adayı seçimi kazansa bile, karşısında devletleşmiş bir devri sabık yapısı bulacaktır. Olası çoğunluğu oluşturacak sağ kanat, Erdoğan’ın kurduğu iktidar bileşenleri ile çatışmak yerine muhtemelen uzlaşma zemini arayacak belki de bulacaktır. 1950’den 2002’ye kadar, hep sermaye partileri iktidarda olmalarına rağmen idarenin içinde Cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip bir kadro daima varlığını korumuştu. Günümüzde ise artık bundan asla söz edilemez. Böylesi derme çatma oluşacak bir yapının, başarılı bir ekonomik kurtuluş reçetesi uygulayabileceği daha şimdiden kuşkuludur. 1974, 78 ve 90’larda CHP, SHP ve DSP’nin kurduğu koalisyonların performansı bu olası duruma bir anlamda emsal oluşturmaktadır. Böylesi olası vahim bir tabloda tek umutlu olabileceğimiz şey, Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çöken otoriter rejimin ortadan kalkabilecek, kalkacak olmasıdır. Olası yeni iktidardan elbette bazı iyileştirmeler beklenebilir, beklenmelidir de ama bunun sınırını ne yazıktır ki, CHP dışındaki diğer sağ partiler belirleyeceklerdir. Türk siyasal tarihine bakıldığında merkez sol, hiçbir zaman iktidar olmamış, iktidarı ancak paylaşabilmiştir. Her defasında karşısında tutucu güçler koalisyonunu bulmuş, iktidardan düşmüştür. Bu nedenle sol, Türk devriminin kazanımları doğrultusunda laik ve kamucu çizgide sağlam durmak gibi kaçınılmaz bir zorunluluğu bilmek ve anlamak zorundadır. Merkez solun Türkiye’de kendi kadrolarıyla üretim ve paylaşım ilişkilerini değiştirecek kararlılıkla tek başına iktidara gelmedikçe başarılı olması asla mümkün değildir. Bu da yüzde 30’larda dolaşan sınırlı ve yetersiz oranda kalacak bir oy desteği ile olamaz. Bu sınırlı ve yetersiz oy oranı ancak tutucu sağ güçlerle ittifaka yarar. CHP sosyoekonomik yapıyı değiştirme gündemi ile halkın karşısına çıkmak zorundadır. Bu bağlamda bakıldığında CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun “Artık sağ sol ayrımı kalmadı” ifadesi büyük bir yanılgıdır. Bu ve buna benzer söz ve söylemler solun Türk siyasal yaşamında gerçekten iğdiş edildiği edildiği anlamına gelmektedir. Oysa düzeni değiştirecek gerçek alternatifin daima sol olduğuna, olacağına inanmaktayım. Bilmem anlatabildim mi?..
Yorum yapın