TEŞKİLAT-I ESASİYE’DEN ANAYASA’YA..
Bundan tam 103 yıl önce yani 1921’de Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 20 Ocak 1921’de 85 sayılı kanun olarak çıkarılmış, 23 asıl, 1 geçici maddeden oluşan anayasa niteliğinde, aslında geçici bir belge niteliğindedir. İlk 9 maddesi genel niteliktedir. 14 maddesinin beşi vilayet, biri kaza, altısı nahiye yönetimlerini düzenler. Kabul edildiği tarihte, Kurtuluş Savaşı örgütlenme aşamasındadır, ülkemizin büyük bir bölümü işgal altındadır. İstanbul’da Sultan Vahdettin ve Sadrazam Tevfik Paşa’nın yönetimi sürmektedir. Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmamıştır. O dönemde Ülkemiz, 1876 tarihli Kanun-i Esasi’ye göre yönetilmekteydi. Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’nin kabul ederek yürürlüğe koyduğu 1921 Anayasası, 1876 tarihli Kanuni Esasi’yi ortadan kaldırmamıştır. 1921 Anayasası’yla çelişmeyen maddeleri uygulanmaktaydı. 1909’da, 1876 tarihli metinde önemli değişiklikler yapılsa da 121 maddelik Kanuni Esasi belirleyici niteliktedir. Aynı anda, iki anayasa da yürürlükteydi. Hatta Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Tevfik Paşa’ya, 1909 Anayasası’nın, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun esas maddeleriyle çatışmayan hükümlerinin yürürlükte olduğunu bildiren bir telgraf dahi göndermiştir. İzmir Mebusu Yunus Nadi başkanlığındaki Hukuk-ı Esasiye Komisyonu’nca hazırlanan kanun tasarısı, 18 Ağustos 1920’de Meclis’e sunulmasına karşın kabul edilmemiştir. Meclis, Mustafa Kemal’in Halkçılık Programı’nı esas alan yeni bir tasarıyı 18 Eylül 1920’de görüşmeye başlamıştır. 31 maddeden 24 maddeye indirilen komisyon tasarısı, 27 Ekim 1920’de BMM Başkanlığı’na sunulmuş, yaklaşık üç ay süren görüşmelerden sonra, kanun 20 Ocak 1921’de yürürlüğe girmiştir. Kanunun 1. maddesinde, egemenliğin kayıtsız koşulsuz millete ait olduğu vurgulansa da saltanat ve hilafet devam etmektedir. Kanunun 3. maddesinde, “Türkiye Devleti, BMM tarafından idare olunur ve hükümeti BMM Hükümeti unvanını taşır” denilmektedir. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu gibi organ ve makamlar yoktu. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, yargı bağımsızlığı ilkesi bulunmamaktaydı. Yasama, yürütme ve yargı erki Meclis’te toplanmıştır. Şer’i mahkemeler yanında, o kanunla yeni kurulan modern mahkemeler de varlığını sürdürmekteydi. Çok hukuklu sistem Lozan Antlaşması’na dek sürmüştür. O Kanunun 2. maddesinde, “İcra kudreti ve teşri salâhiyeti, milletin yegâne ve hakikî mümessili olan Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder” denilmektedir. Kanunda, temel insan hak ve özgürlüklerine ilişkin hüküm yoktur. Bu konuda 1876 Anayasası’nın ilgili hükümleri geçerlidir. Kanunun, 4 ila 9. maddeleri, Büyük Millet Meclisi’ nin seçimi, çalışma usul ve esaslarına ilişkin hükümleri taşımaktadır. 1923’de Cumhuriyet’ in ilanıyla, kanun metninde zorunlu değişikliklere gidilmiştir. Kanunun 1. maddesine, “Türkiye Devleti’nin şekli hükümeti, Cumhuriyettir” ibaresi eklenmiştir. 2. madde tümüyle değiştirilmiş, “Türkiye Devleti’nin dini, dini İslam’dır. Resmi lisanı Türkçedir” şeklinde ifade edilmiştir. Saltanat kaldırılmış, Cumhuriyet ilan edilmiş olsa da laiklik henüz gündemde değildir. Kanunun 10 ila 21. maddeleri, Osmanlı döneminden kalma, yerel yönetimlere ilişkin, 1871 tarihli Vilayetler nizamnamesinin yani tüzüğünün güncellenmesinden ibarettir. Teşkilat-ı Esasi’nin 11. maddesinde, “Vilâyet, mahallî umurda mânevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir.” Vilayet idaresinin, “Evkaf (vakıflar), Medaris, (medreseler), Maarif, Sıhhiye, İktisat, Ziraat, Nafıa (bayındırlık) ve Muaveneti İçtimaiye (sosyal yardım) işlerinin tanzim ve idaresi vilâyet şûralarının salâhiyeti dâhilindedir” denilerek, vilayet meclislerinin yetkili olduğu konular belirtilmiştir. Ancak, bu madde yapıldığında, saltanat ve hilafet yürürlüktedir. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanıyla, bu madde, metinden çıkarılmıştır. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında, yüz yıl önce sadece 40 ay yakın yürürlükte kalmış bir yasa, bugün için asla referans veyahut örnek kabul edilemez. Bu yasa, olağanüstü koşulların gereksinimlerine yanıt verebilecek niteliğinden ötürü, ülkemiz işgalden kurtulduktan, Cumhuriyet ilan edildikten sonra, 20 Nisan 1924’te yeni anayasanın kabulüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Sonuçta, olağanüstü koşulların ürünü olan 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun, anayasa niteliğinde geçici bir belge olduğunu kabul etmek gerekir. Elbette durduk yere tarihin tozlu sayfalarını karıştırarak bütün bunları sizlere aktarmadım. Amacım önümüzdeki günler, haftalar içinde 14 Mayıs seçimleri nedeniyle iyice ısınacak ve fokur fokur iyiden iyiye kaynayacak olan siyaset kazanına dair yazacaklarıma zemin altyapısı oluşturacak kadar temel bilgileri paylaşmaktır. Öyle ya ‘bilgi sahibi olamadan fikir sahibi olunmaz’ diye boşuna söylenmemiştir, herhalde, diye düşünüyorum..
Yorum yapın