TARİKATA GİRENLERİN SORU SORGULAMA HAKKI YOKTUR
Aslına bakarsanız, tarikatlar, ilk kuruluş dönemlerinde asıl amaçlanan İslam
şeriatının katı uygulamalarına karşı oluşturulmaya çalışılan tepki grupları ve
kurumlarıydı. Ancak daha sonra, yani özellikle Osmanlı döneminden başlayarak
saltanatı elinde bulunduran saray iktidarları gittikçe büyüyen ve toplum
üzerinde etkili olmaya başlayan bu sosyal gücü fark ederek kendi denetimine
alma gereği hissetmiş bu yolla da kendisini bir anlamda ‘KUTSAL’ ve de
‘dokunulmaz’ kılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından “saltanat ve halifelik” yetkisini halka devredilerek siyasal ve
toplumsal anlamda büyük bir devrim yapılmış, tarikatlar ve cemaatlerde
böylece kanunla yasaklanmıştır. Bu kuruluşların yani tarikatların gücü, toplumu
biat ve itaat ekseninde tutularak “düşünme, sorgulama, araştırma, karşı
çıkma” yetilerini kesinlikle yasaklamaya dayanır. Çünkü salt dine dayalı
dogmalarda değil dinsel temalı tüm inanç katmanlarının felsefi temelinde “soru
ve sorgulama yoktur, sadece kural ve cevaplar vardır!.”
Sözünü ettiğim o cevap ise tektir ve değişmezdir; “Her şeyin cevabı kutsal
metinlerde yani sure, ayet ve hatta hadislerde verilmiştir, denilerek soru ve
sorgulama yasaklanmış, günah sayılmıştır. Bu türden soruları sormak,
sorgulamak dine aykırıdır, yasaktır. Onun için de tarikatların başındaki Şeyh
ve Şıhların emirlerine biat, söylediklerine de koşulsuz itaat dinin emridir,
denilmekte, bunun doğru olduğuna inanılmaktadır. Tarikatların başında olan
şeyh, şıh, emir, mürşit, her kimse her zaman her yerde onun dediği
tartışmasız kabul edilmektedir.”
Türkiye’de, çok partili sisteme geçildiği 1946’dan, CHP’nin serbest seçimlerle
iktidarı Demokrat Parti’ye devrettiği 1950’den beri istisnasız siyasetteki tüm sağ
partilerin güçlenmek için başvurduğu tarikatlar ve cemaatler, zaman içinde
günümüze kadar giderek siyaseti belirleyen odaklar haline gelmişlerdir. 1950-
1960 arası dönemin iktidarı Demokrat Parti’nin Celal Bayar-Adnan
Menderes ikilisi, 1965-1980 arası dönemde gidip gelen Adalet Partisi
iktidarlarının Süleyman Demirel’i hemen her fırsatta hep bu güce başvurmuş,
seçimlerinde onların desteğini aramış, çoğu zamanda istenildiği ölçülerde
olmasa da tarikatların desteğini almayı başarmıştır. 1980 sonrası dönemde ise
Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’nin iktidar dönemlerinde de aynı güç yine etkin
olmaya başlamıştır. 2002 yılında iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet
ve Kalkınma Partisi ise artık örtülü ve dolaylı destek yerine doğrudan tarikat ve
cemaatlerin aleni koalisyonu olarak iktidarını sürdüre gelmişlerdir. Buraya kadar
yazdıklarımdan dolayısıyla anlattıklarımdan anlaşılacağı üzere tarikatlar ve
cemaatler artık iktidarın kendisidir, denilecek hale gelmiştir. Günümüzde artık
tarikat ve cemaatlerin yatılı kurslarında ve okullarında yaşanan “dayak-tecavüz-
intihar-ölüm” gibi olaylar bazı gazetelerin iç sayfalarında eğer yayın yasağı
getirilmedi ise küçücük puntolu haber olmaktan öteye gidememiş, dava hatta
şikayet konusu dahi yapılamamış, bu türden rezil olayların üstü örtülmüş,
kapatılmıştır, kapatılmaktadır. Günümüzde artık bilinen bir gerçek vardır ki, 5-7
yaş arası erken çocukluk çağındaki minicik yavrularımız “Kuran kursu-din
eğitimi” adı altında bir tür ‘beyin yıkama’ işlemine karşı yapılan bilimsel karşı
çıkışlar hiçbir şekilde dikkate alınmamış, alınmamaktadır. Bu küçücük çocuklar,
bu kuruluşların yani tarikatların sesleri çıkaramayan bir nevi kurbanlarıdır
adeta!..
Yine uygulanan baskılara, tehditlere boyun eğmeyen gençlerin bu kuruluşların
okul ve yurtlarındaki kısık sesli isyan denilebilecek türden çeşitli zamanlardaki
karşı çıkışları baskılanıp sindirilerek susturulmaktadır. Bu gençler de o türden
tarikatların başka türden kurbanları sayılabilir. Aslında, “düşünme-sorgulama-
araştırma- yanlışa karşı çıkma” yetilerinin ergen ve genç nesillerde
yasaklanıp adeta “canlı robotlara” dönüştürülmüş olması da o çocukların,
gençlerin kurban edilmiş olmasını sağlamaktadır. Bu çocuk ve gençlerin kendi
istekleri ya da ailelerinin razısıyla olsa bu türden tarikat kurumlarına
yöneltilmesi, yönlendirilmesi onların kurban olma niteliklerini bence asla
değiştirmez, kanısındayım. Elbette bu yolda başka kurbanlar da vardır. En
başta Anayasamızın değişmez, değiştirilemez maddesi olan “LAİKLİK” yıllardır
büyük bir çabalarla içi boşaltılarak adeta ‘kurban’ edilmektedir. Çocukların ve
gençlerin dinsel kökenli hurafelere dayalı dogmaların dışında kalarak eğitim-
öğretim görme, uygar toplumun bir parçası olma, laik yaşam biçimi
içinde “sadece akla dayalı bilgi toplumu sistemi içinde kalma
isteği” tarikatların ve cemaatlerin baskı ve dayatmalarıyla kurbanların sayısı kat
be kat artmaktadır. Bu tarikat ve cemaatlere göre laiklik dinsizliktir, laik olanlar
da kâfir sayılmalıdır. Bu yazımı okuyunca beni de o kategoriye sokacaklardır
ama hiç umurumda değil inanın! Onlara göre ülkemiz anayasasında laiklik ilkesi
hala var, diye ‘DARÜLHARP’ sayılmaktadır. Ne yazıktır ki, tarikat ve cemaatlerin
iktidarların desteğinin alarak bugün itibarıyla ülkemizi getirdikleri nokta budur.
Geleceğin uygar dünyası, akla dayalı bilimle, akla dayalı sanatla, laik bir yaşam
biçimiyle yürüyecektir. Ben buna inanıyorum, buda kesinlikle dinsizlik değildir.
Öyle inanıyorum ki, böyle bir dünyada tarikatlarla cemaatlerin toplum
yönetiminde asla yeri olmayacaktır. Kutsal İnançlarımız, başkalarına baskı aracı
olarak asla kullanılamayacaktır. İşte o yüzdendir ki, çocuklarımıza ve
gençlerimize “Nasıl bir gelecek istiyoruz” sorusuna henüz bugünden tatmin
edici yanıtlar vermemiz gerekmektedir. Yarınlara kalan, bırakılacak yanıtlar çok
geç olabilir. Benden söylemesi!..
Yorum yapın