SOL’UN HİÇ BİTMEYEN ÖZGÜVEN SORUNU..

 Her zaman olmasa da bazen düşünürken şöyle bir denklem kurmaya çalışıyorum; CHP belki henüz pek farkında değil ama siyasetin salt sağından değil de solundan hatta daha solundan gelecek bir desteğe gereksinimi yani ihtiyacı var mıdır, diye..

 Ancak siyasetin solundan da böyle bir desteği verebilecek, kendi potansiyelleriyle uyumlu bir biçimde etkin ve etkinlik düzeyine yükselmesi gerekmektedir. 14 Mayıs seçimlerine giderken bu kast ettiğimi somut olarak birazcık da olsa görmeye başladığımızı düşünüyorum. O somut gelişme MİLLET İttifakında yer alamayan sol blokta yer alan partilerin Cumhurbaşkanlığına aday çıkarmayarak, Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini açıklamalarıdır. Yakın zamana kadar tüm bunları düşünüp ve kafamda denklem oluşturmaya çalışırken şunu da düşünmeden kendimi alamıyordum; ‘Bence ülkemizdeki sol siyaset unsurları kendi öneminin ve sorumluluğunun yeterince bilincinde değil midir?’ Diye kendime sürekli soruyordum..

Son gelişmelere rağmen ben yine de tüm bu ve buna benzer sorulara gerçek nitelikte yanıtların bulunması kaçınılmaz ölçüde ve biçimde şarttır, diye düşünüyorum. Çünkü ülkemizdeki ekonomik ve siyasal kriz gittikçe derinleşmiş durumdadır. Mevcut siyasal rejim, yani siyasetin dinamik olması gereken unsurları bütünüyle artık çözüm üretme, kitlelerin rızasını alma, seçim kazanma kapasitesini çoktan yitirmiş görünmektedir. Çalışanların ekonomik sorunları derinleşirken öfkeleri de giderek yükselmektedir. Bu durum aslında şunu göstermektedir: “Gök kubbenin altında kriz ve kaos vardır. Bu durum da sol siyasetin epeyce etkin ve öncel olması için tüm koşulların mükemmelleştiğini, ortamın gayet elverişli hale geldiğini göstermektedir..”

Türkiye’de, tarihi Osmanlı dönemine uzanan bir sol hareket vardır. Bu, aynı zamanda sert sınıf mücadelelerinin, kitlesel eylemlerin, askeri darbelerin, katliamların ve direnişin de tarihidir. Diğer taraftan, ülkenin siyaset düzlemindeki, üstünlük kurma, galip gelme skalasına bakınca, sol hareketin en altlarda bir yerde olduğu da maalesef görülmektedir. Diğer bir deyişle solun değişiklik yaratacak üstünlük kurarak bir etki yapma ve yaratma kapasitesi bugün itibarıyla diğer siyasal unsurlara, aktörlere kıyasla çok daha düşüktür. Kamuoyu yoklamaları da sol hareketin siyasal unsurlarının, beklenti ve istemlere yanıt verenlerin görüş alanı içinde olmadığını saptamaktadır. Ülkemizdeki kırık dökük ve de hep sağa evrilmeye meyilli güya sosyal demokrasi etiketli siyasal unsurların, gerçek solu görmezden gelmesi, adeta “onlar nasıl olsa tıpış tıpış sandığa gidecek ve bize oy verecekler” inancı içinde olması benim bu konudaki iddiamın reel anlamda gerçekleşmesine bariz bir diğer göstergedir. Ancak solun gerçek anlamda bir ‘fark yaratmasının’ potansiyelini gerçekleştirmesinin önündeki asıl engel, kanımca toplumda sol duyarlılıkların, rejimden hoşnut olmayanların yokluğu değildir. Taksim’de kısıtlamalar altında yapılabilen 1 Mayıslara, ülke çapında 10 milyondan fazla bir katılımla yaşanan, mevcut iktidar büyük bir travma yaratan Gezi olaylarına, HES direnişlerine, İstanbul sözleşmesinden çıkılması sonraki süreçte bir anda yükselen örgütlü kadın direnişlerine, ana muhalefet partisinin zaman zaman düzenlenen mitinglerine katılıma bakınca, ülkedeki sol yani demokratik sosyalist temelli duyarlılıklara da sahip büyük bir muhalefet kitlesinin varlığı kolaylıkla gözlemlenip, görülebilir. Sorun, bence iktidara muhalif kitlelerin yokluğundan değil, solun benim gözleyebildiğim kadarıyla temel iki zaafından kaynaklanıyor. Birincisi sol güçlerini birleştirerek siyasi etkinlikler alanına ihmal edilemez büyüklükte bir varlık ortaya koyamıyor. İkincisi, özellikle geride kalan 43-44 yıl içinde sol, iktidar olabilme inancını giderek yitirdi. Hedefler yelpazesinin içinde devletin yönetimini demokratik yollarla ele geçirmek yani iktidar olmak adeta ‘YOK’ gibidir. Bu yelpaze haklar ve özgürlükler, günlük talepler, grupları koruma kaygıları ile doludur. O nedenle siyasi iktidarı hedefleyen bir talep bulmak artık çok zordur. Bu iki zaaf, birbirlerinin hem nedeni ve hem de sonucu olarak devinmeye devam ediyor. Sol bu kısırdöngüyü bir türlü kıramıyor. Sol gelmekte ve gelişmekte olduğu özellikle son 16-17 yıldır belli olan baskı ve teröre karşı hazırlanmadığı, var olan durumu geleceğe yansıtarak parlamenter demokratik görüntünün devam edeceğini varsaymaya devam ettiği, süreç olarak faşizmin ilerleyişini zamanında göremediği için son süreçte belli ki hazırlıksız yakalanmıştır. Şimdi ise kanımca artık çok daralmış, daraltılmış hareket alanı içinde kıpırdayamamaktadır. Bu durumu aşmak için ne yapmak gerektiğini de tam olarak bilememektedir. Ancak bazen, çözülmesi olanaksız gibi görünen çelişkilerde, durumun dışına çıkacak ezber bozucu adımı atarak, sentezi ya da çözümün görülmesini engelleyen dengeleri bozmayı denemek gerekebilir. Bu adım çoğu kez realiteye rağmen, bir inanca, yani teoriye, etik ilkelere dayanarak, yaratacağı sonucu önceden bilemeden atılması gereken bir adım olabilir. Lenin’in Napolyon’dan alıntı yaparak aktardığı “Önce davranılır ve sonra görülür” özdeyişinde olduğu gibi. Çünkü özne davranmadan önce durum bir şeydir, özne davrandıktan sonra başka bir şeydir. Öznenin attığı adım, durumun hızla özneden yana ya da ona karşı değiştirmeye başlayabilir. Bu asla unutulmamalıdır. Sol bugün bu adımı atacak özgüvenden yoksun görünüyor. Ne güçlerini birleştirebiliyor ne siyaset alanında kendini gösterebiliyor ne de potansiyelinin hakkını verebiliyor. Sonuç olarak şunu belirterek bitireyim; İnancınız ne olursa olsun. Yeter ki yeşerdiğin toprak, yüreğinizdeki vicdan olsun. Ve onu daima korusun. Yoksa meyvelerinin hep başkalarının toprağına düşmesinden şikâyet etmek zorunda kalırsınız!.