Öncelikle bugünkü yazıma başlarken rahmetli Yaşar Nuri Öztürk hocamız ve onun gibi aydın din adamları kimi ilahiyatçıların deyişiyle bu konuda öncelikle ve ivedilikle şu önemli hususu belirtmek isterim; Siyasal İslam, İslamlaşmış, İslamlaştırılmış siyaset ve bunun doğal sonucu olarak partileşmiş hale getirilmiş olan din, bir anlamda müesseseleşmiş (kurumsallaşmış) olduğundan kendisine siyasal alanda asla rakip istemez…

DİN; çünkü ‘dünya üzerinde salt bir inanç olgusu artık değildir’ toplumların yaşamında kendini adeta ‘Tanrı buyruğuna dönüştürdüğünden’ dolayı ‘ŞİRK’ yani ‘ORTAK’ istemez, ‘egemen benim, buyuran da benim’ der. Onların istediği 'tek Tanrı, tek din, tek partidir, bir bakıma…

Yakın geçmişte merhum Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi ile onun yerine kurulan Fazilet Partisi ve bugünlerde siyasi hayatına Saadet Partisi olarak devam eden ‘milli görüş’ diye adlandırılan siyasal kadroların tepe yönetimleri kendilerini destekleyen radikalleşmiş cahil kitlelerin telkin ve yoğun baskınları nedeniyle bu gidişe yani ‘dinin bu denli siyasallaştırılmasına’ engel olamamışlardır veya kimi görüşlere göre de gerçekten engel olmak istememişlerdir. Günümüzde ise Adalet ve Kalkınma Partisi yani AK Parti veya muhalif, yaygın bir ifadeyle AKP, ise söz konusu gidişatı körükledikçe körüklemekte siyasal İslam'ı ülke siyasetinde İslamlaştırılmış siyasete dönüşmek, egemen kılmak amacıyla görünen odur ki, var gücünü kullanmaktadır. Farkında mısınız bilmiyorum ama özellikle son 11-12 yıllık süreçte en keskin muhalefet eden çevreler, partiler ve onların sözcüleri, temsilcileri dahi siyasette herhangi bir argüman veya öneri ya da eleştiri dile getirirken bile 'dinsel uygunluk olsun, toplumda karşılık bulsun' diye İslami terminoloji uygun söylemler, ifadeler kullanmaktan geri kalmamaktadır. Bu durumun neticesinde bugün olduğu gibi; Dinin siyasetin eksenine tam oturduğu, siyaset dinin yörüngesine bütünüyle girdiği için kaçınılmaz bir sonuçtur ne yazık ki…

Bu arada özellikle belirtmek isterim ki, başta siyaset olmak üzere mesleklerin de dinselleştirildiğini düşünürsek Hasan Sabbah’ın 'Alamut fedaileri' de bu durumda ‘hazır, bekliyor’ demektir.

(Yazarın notu: İslam tarihine eğer benim gibi meraklı iseniz İnternet'ten kolaylıkla erişebilir ve Hassan Sabbah'ın Alamut Fedaileri'nin ne olduğunu öğrenebilirsiniz)

Neyse kaldığım yerden devam edecek olursak; Bütün Türkiye siyasal İslam ile İslamlaştırılmış siyasetin içine tamamen girmeye son bir eşik kalmış iken merkez sağ (eğer hala kalmış ise) acilen politika ve tarih öğrenmelidir. Kendini merkez sağ politikacılar olarak görenler hacıağadan kentli beyefendiye, davavekilinden milletvekiline dönüşmeyi öncelikli kılmalıdır. Türkiye’nin geleceği, demokrasinin geleceği büyük ölçüde bu dönüşüme bağlıdır, kanaatindeyim...

Aksi halde yazımın başlığında da belirttiğim, vurguladığım gibi bir soru sormaya kesinlikle gerek kalmaz. Çünkü siyasal İslam çoktan İslamlaşmış siyaset olarak çoğulcu, katılımcı demokrasiyi çoktan yutmuş olacaktır...

Bu konuda aslında yazacak dolayısıyla anlatacak çok şey var ama ben günlerdir, aylardır, hatta senelerdir çok yazdım, çok söyledim ve de anlattım. O nedenle bugünlük kısaca özetlemekte yetineceğim. Bu sütunlarda tekrar buluşmak üzere..